Kategoriler
Başiskele Haber GÜNCEL HABERLER Tüm Güncel Haberler

Yapay zeka eczacılığa da damga vuracak

Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi (KOSTÜ), CO-PHARM’25 Eczacılık Öğrenci Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğrenciler, akademisyenler ve sektör temsilcileri, eczacılıkta yapay zekanın geleceğini konuşurken, parfümden kamu eczacılığına kadar geniş yelpazede oturumlar ve atölyeler düzenlendi.

Kocaeli’nin Başiskele ilçesinde yer alan Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi, eczacılık alanının en önemli öğrenci organizasyonlarından biri olan CO-PHARM’25 Eczacılık Öğrenci Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Üniversitenin Eczacılık Fakültesi tarafından ilk kez düzenlenen kongre, Türkiye’nin dört bir yanından gelen eczacılık öğrencilerini, akademisyenleri ve sektör profesyonellerini bir araya getirdi. Etkinlik, mesleğin farklı yönlerini kapsayan zengin içeriğiyle dikkat çekerken, özellikle “Eczacılıkta Yapay Zeka” temalı oturumlar yoğun ilgi gördü. Etkinliğin açılış konuşmaları, Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Elmas, Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gönül Şahin, Kocaeli Eczacılar Odası Başkanı Ecz. Mustafa Ezer ve CO-PHARM ‘25 Öğrenci Kongresi Başkanı Eczacılık Fakültesi 3. Sınıf öğrencisi Sudenaz Yaşar tarafından yapıldı. Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Elmas yaptığı açılış konuşmasında; teknoloji ve yapay zekanın hakim olduğu bu dönemde eczacılık eğitiminin dönüşümü, gelecekteki ilaç üretim ve uygulama sürecine etkisi açısından kongrenin büyük önem taşıdığını ve üniversitenin buna yönelik öncü uygulamalarının dikkat çektiğini söyledi. Kongrede, yapay zekanın eczacılık mesleğine etkileri ve önümüzdeki 30 yılda mesleğin nasıl evrileceğine dair detaylı değerlendirmeler yapıldı. Ayrıca endüstri eczacılığı, dermokozmetik, kamu eczacılığı gibi alanlarda 6 ana oturum düzenlendi.

Atölyeler düzenlendi

Uygulamalı atölye çalışmaları da etkinliğin dikkat çeken yönlerinden biri oldu. Parfüm tasarımı ve aromaterapi gibi konularda düzenlenen atölyeler büyük ilgi gördü. Öğrenci bildirileri, poster sunumları ve sponsor iş birlikleriyle zenginleşen kongre, geleceğin eczacı adaylarına hem bilimsel hem de mesleki anlamda geniş bir vizyon sundu.

“Fakültemizin ilk öğrenci kongresi”

Fakülte Dekanı Prof. Dr. Gönül Şahin, etkinliğin önemine vurgu yaparak, “Bu fakültemizin ilk öğrenci kongresi. Öğrencilerimizin derslerinin yanı sıra büyük bir özveriyle yürüttüğü bu organizasyon, onların erken yaşta deneyim kazanmasına imkan sağladı. Hem akademik hem de sosyal anlamda ciddi bir kazanım sundu” dedi.

“Bize önemli fırsatlar sunuyor”

Kongre koordinatörlerinden Sudenaz Yaşar, Kocaeli’nin sanayi kenti olmasının öğrencilere sağladığı avantajlara değinerek, “Sanayi kenti olan Kocaeli, ilaç firmaları açısından büyük bir potansiyele sahip. Bu da biz öğrencilere hem staj hem de kariyer açısından önemli fırsatlar sunuyor. Kongremize olan yoğun ilgi, doğru bir iş yaptığımızı gösterdi” diye konuştu.

Kongrenin ilk gününe Doç. Dr. Muhammet Emin Çam, Ecz. Şevval Güven, Prof. Dr. Funda Yalçın, Doç. Dr. Songül Tezcan ve Uzm. Klinik Eczacı Müzeyyen Aksoy yer aldı. İkinci gün ise Ecz. Yücelen Gönen, Kaan Kalaycı, Beyza Nur Özdamar, Prof. Dr. Elif Damla Arısan, Uzm. Ecz. Hülya Kayhan ve Ecz. Şenay Can katıldı. Kongrede, teknoloji ve yapay zamanın hakim olduğu bu dönemde eczacılık eğitiminin dönüşümü, ilaç üretimi ve uygulama sürecine etkisi çarpıcı örneklerle paylaşıldı.

Kategoriler
Kocaeli Devlet Hastanesi SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Kocaeli Devlet Hastanesi’nden El Hijyenine Dikkat Çeken Etkinlik

Kocaeli Devlet Hastanesi’nden El Hijyenine Dikkat Çeken Etkinlik

Kocaeli Devlet Hastanesi, 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü dolayısıyla toplum sağlığını ön plana çıkaran dikkat çekici bir farkındalık etkinliği gerçekleştirdi. Hastane girişinde kurulan bilgilendirme standı, vatandaşların yoğun ilgisiyle karşılandı.

Etkinlik kapsamında, el hijyeninin bulaşıcı hastalıkların önlenmesindeki kritik rolüne vurgu yapıldı. Sağlık çalışanları, standı ziyaret eden vatandaşlara doğru el yıkama tekniklerini uygulamalı olarak gösterdi. Ayrıca el dezenfektanları dağıtılırken, el hijyenine ilişkin bilgi içeren broşürlerle bilinçlendirme sağlandı.

Katılımcılar, etkinlik sayesinde el hijyeninin yalnızca sağlık kuruluşlarında değil, günlük yaşamda da hayati bir alışkanlık olduğunu öğrenme fırsatı buldu.

Hastane yönetimi yaptığı açıklamada, “El hijyeni, halk sağlığını korumanın temel taşlarından biridir. Bu tür etkinliklerle toplumsal farkındalığı artırmayı ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarını yaygınlaştırmayı hedefliyoruz,” ifadelerine yer verdi.

Kocaeli Devlet Hastanesi olarak benzer etkinliklerle halk sağlığını desteklemeye devam edileceği vurgulandı.

[kanews-related-post title=”Kocaeli Devlet Hastanesi Haberleri” ids=”41071″ tag=”div”]
Kocaeli Devlet Hastanesi’nden El Hijyenine Dikkat Çeken Etkinlik
Kategoriler
Kocaeli Devlet Hastanesi SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde Diyabet Okulu Eğitimleri Sürüyor

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde Diyabet Okulu Eğitimleri Sürüyor

Diyabet hastalarının yaşam kalitesini artırmak ve hastalığa yönelik farkındalığı artırmak amacıyla 2008 yılından bu yana faaliyet gösteren Kocaeli Devlet Hastanesi Diyabet Okulu, eğitimlerine aralıksız devam ediyor.

Diyabet Okulu kapsamında hastalara; sağlıklı beslenme alışkanlıkları, düzenli egzersiz, ilaç kullanımı, ayak sağlığı ve diyabetin psikolojik etkileri gibi konularda kapsamlı eğitimler veriliyor. Eğitimler, Diyabet Eğitim Hemşiresi Ayşegül Kandemir, Fizyoterapist Eray Gültekin, Psikolog Linda Aktaş ve Diyetisyen Mervenur Kurt tarafından yürütülüyor.

Kocaeli Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcısı Uz. Dr. Korkmaz Burç ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü Emine Ataman’ın da katılımıyla gerçekleşen son eğitim programında, eğitime katılan diyabetli bireylere ve yakınlarına katılım belgeleri takdim edildi.

Diyabet Okulu eğitimlerine katılmak isteyen diyabet hastaları ve yakınları, Kocaeli Devlet Hastanesi Poliklinik Binası’nın ikinci katında yer alan Diyabet Eğitim Polikliniği’ne ücretsiz olarak başvuruda bulunabilir.

[kanews-related-post title=”Kocaeli Devlet Hastanesi Haberleri” ids=”68272″ tag=”div”]
Kategoriler
Kocaeli Üniversitesi EĞİTİM SAĞLIK

Ankilozan Spondilit Farkındalığı İçin Yürüdüler!

Ankilozan spondilit en çok bel fıtığıyla karışıyor. Romatologlar ve hastalar ankilozan spondilit hastalığına dikkat çekmek için yürüdü

Erken teşhis ve uygun tedavi ile ankilozan spondilit hastalığında engellilik riskinin azaltılması mümkün Genellikle genç yaşlarda ortaya çıkan ve özellikle omurgayı etkileyen kronik inflamatuvar (iltihaplı) bir romatizmal hastalık olan ankilozan spondilit hastalığında erken teşhis, uygun tedavi ve egzersiz ile hastaların yaşam kalitesinin yükseltilmesi, çalışma hayatı ve sosyal yaşamlarında iyileşme mümkün olabiliyor. Her yıl mayıs ayının ilk cumartesi günü, ankilozan spondilit hastalığına dikkat çekmek ve toplumda farkındalık oluşturmak için “Dünya Ankilozan Spondilit Günü” olarak anılır. Bu kapsamda Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı öğretim üyeleri, asistanları ve takipli ankilozan spondilitli hastalar 3 Mayıs Cumartesi günü, Kocaeli Ormanya’da doğa yürüyüşü ve çeşitli sosyal aktivitelerle bir araya geldi. Etkinlikte ankilozan spondilit (AS) hastalığına dikkat çekerek hastalığın erken bulguları hakkında toplumu bilgilendirmek ve farkındalık oluşturmak amaçlandı. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Başkanı, Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Ayşe Çefle, hastalık ve etkinlikle ilgili önemli bilgiler paylaştı.

Ankilozan spondilit gelişiminde genetik faktörler önemli rol oynar

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Başkanı ve Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Ayşe Çefle: “Ankilozan spondilit, genellikle genç yaşlarda ortaya çıkan ve özellikle omurgayı etkileyen kronik inflamatuvar (iltihaplı) bir romatizmal hastalıktır. Hastalık erkeklerde kadınlara oranla 2 ila 3 kat daha sık görülür. Şikayetler genellikle yirmili yaşlarda başlar. Sebebi halen tam olarak bilinmemekle beraber, hastalığın gelişmesinde genetik faktörler önemli rol oynar. Ailesinde ankilozan spondilit olanlarda hastalık riski artmaktadır. Ankilozan spondilit sıklığı toplumlar arasında değişmekle birlikte, ülkemizdeki sıklığı yüzde 0,5 olarak ortaya konmuştur, yani bu hastalık her 200 yetişkinden birini etkilemektedir” dedi.

Bel ağrısının özelliklerine dikkat

Hastalığın en önemli bulgusu bel ağrısıdır ve ağrı inflamatuvar karakterdedir diyen Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Ayşe Çefle sözlerini şöyle sürdürdü: “İnflamatuvar bel ağrısını mekanik bel ağrısından ayıran önemli farklılıklar bulunmaktadır. İnflamatuvar bel ağrısı 40 yaşından önce ortaya çıkar. Kronik bir ağrı olup en az üç ay devam eder. Sinsi başlangıçlıdır, hasta ağrının ilk başladığı tarihi tam ifade edemez. İstirahatle artan bir ağrıdır bu nedenle hastalar özellikle sabahları ağrılı kalkar, sabah tutukluğu bir saati geçer. Hasta hareket ettikçe ağrısı azalır. Diğer bir özelliği ise gece ağrısıdır. Hasta özellikle gecenin ikinci yarısında ağrı ile uyanır ve biraz dolaşıp ağrısı azalınca tekrar uykuya döner. İnflamatuvar bel ağrısının tanınması ankilozan spondilitin ilk bulgusu olması bakımından önemlidir.”

Ağrının zamanla ilerleyerek sırt ve boyun bölgesi, göğüs kafesinde de ortaya çıkabildiğini, bunun yanında omuz ve kalça gibi kök eklemlerin tutulumu, diz ve ayak bileği gibi çevre eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı olabildiğini dile getiren Prof. Dr. Ayşe Çefle, ankilozan spondilitin sistemik bir hastalık olup hastaların dörtte birinde üveit denilen göz tutulumu görülebildiğinin, hastaların topuk ağrısından yakınabildiğinin, bunun yanında sedef hastalığının ve ishalle seyreden inflamatuvar bağırsak hastalığının da ankilozan spondilite eşlik edebildiğinin altını çizdi.

Hastaların üçte birine yanlışlıkla bel fıtığı tanısı konuluyor

Prof. Dr. Ayşe Çefle: “AS’nin tanısında en önemli nokta hastanın öyküsüdür. Sonrasında fizik muayenede hastalığa ait ipuçları aranır. Ankilozan spondilit iltihaplı bir romatizma olmakla beraber laboratuvar tetkikleri normal bulunabilir. Pelvis grafisi çekilerek sakroiliak eklemlerdeki değişiklikler saptanmaya çalışılır. Ancak hastalığın erken dönemlerinde röntgen bulguları da normal bulunabilir. Bu durumda manyetik rezonans görüntüleme (MR) ve genetik tetkik ile tanının kesinleşmesi sağlanabilir. Erken dönemde grafinin normal bulunması ve laboratuvar bulgularının da olmaması nedeniyle çoğu hastada ankilozan spondilit tanısı atlanmaktadır ve bel ağrısı başka sebeplere bağlanmaktadır. Hastaların üçte birine yanlışlıkla bel fıtığı tanısı konulmakta ve bir kısmı bu sebeple ameliyat bile olmaktadır. Ankilozan spondilitli hastalarda tanıda gecikme 5 ila 10 yılı bulabilmektedir” dedi.

Ankilozan spondilit ömür boyu süren kronik bir hastalık
Ankilozan spondilitin ömür boyu süren kronik bir hastalık olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ayşe Çeflehastalığın erken dönemlerinde bel, sırt ve topuk ağrıları, eklem şişlikleri hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Zamanla kalıcı deformiteler, omurgada hareket kısıtlılıkları, duruş bozuklukları ve hatta kamburluk ortaya çıkmaktadır. Ankilozan spondilit hastalığında tedavinin amacı ağrının kontrolü, inflamasyonun baskılanması, maksimum iskelet hareketliliğinin korunması, deformitelerin ve organ tutulumlarının önlenmesi olarak sıralanabilir.”

Prof. Dr. Ayşe Çefle: “Kronik bel ağrısı olan hastaların doğru teşhis ve tedavisi için romatoloji uzmanları ile iletişime geçmeleri önemlidir. İlaç tedavisi, egzersiz ve yaşam tarzı değişikleri ile ilgili hastaya bilgi verilmelidir. Sigara içiyorsa bırakması sağlanmalıdır. Vücut postürünü ve omurga hareketliliğini koruması için egzersiz programları uygulanmalıdır. Hastalık seyrini takip etmek ve tedaviyi hastaya göre bireyselleştirmek için düzenli takip gereklidir. Anti-inflamatuvar ilaçlar ağrıyı ve inflamasyonu azaltmada etkilidir. Bunların yetersiz olduğu hastalarda son 25 yıldır biyolojik ajanlar ve hedefe yönelik tedaviler başarı ile kullanılmaktadır. Tedavi kararında hasta ve doktorun ortak kararı önemlidir” dedi.

Erken teşhis, uygun tedavi ve egzersizle ankilozan spondilitte engellilik riskinin azaltılması mümkün
Hastalığın tedavisindeki iki önemli unsur ilaçlar ve egzersizdir diyen Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Ayşe Çefle sözlerini şöyle noktaladı: “Tedavi hastanın eğitimi ve iş birliğini gerektirir. Egzersiz programları ile dik postürün korunması ve eklem hareketliliğinin devamı amaçlanmaktadır. İlaç tedavisinin amacı ise ağrı ve inflamasyonu azaltmak ve bu sayede egzersizlerin yapılmasını kolaylaştırmaktır. Tanıda ve tedavide gecikme sadece hastanın yaşam kalitesini azaltmakla kalmaz önemli iş gücü kaybına ve sosyo-ekonomik problemlere de yol açar.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı öğretim üyeleri olarak, asistanlarımız ve kliniğimizde takipli ankilozan spondilitli hastalarımızın katılımı ile 3 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü’nde Kocaeli Ormanya’da düzenlediğimiz etkinlik kapsamında doğa yürüyüşü ve sosyal aktiviteler gerçekleştirdik. Bu özel gün vesilesiyle ankilozan spondilite dikkat çekiyor, erken teşhis, uygun tedavi ve egzersizle ankilozan spondilit hastalığında engellilik riskinin azaltılması ve hastalığın daha yönetilebilir olması mümkündür diyoruz” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

Kategoriler
Körfez Devlet Hastanesi SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Körfez Devlet Hastanesi ek binası hızla yükseliyor

Körfez Devlet Hastanesi ek hizmet binasının inşaat çalışmaları devam ediyor.

Körfez Belediye Başkanı Şener Söğüt, Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve İl Sağlık Müdürü Dr. Yüksel Pehlevan ile birlikte 26 dönüm üzerinde 7 bin 304 metrekarelik alana inşa edilen Körfez Devlet Hastanesi ek hizmet binasının inşaatında incelemelerde bulundu. İnşaat alanını gezen protokol üyeleri, yüklenici firma yetkililerinden de gelinen noktayla ilgili bilgi aldı. Başkan Söğüt, uzun yıllardır Körfez’in yeni bir hastane hizmet binasına ihtiyacı olduğunu belirterek, “İlçemizin uzun zamandır beklediği Körfez Devlet Hastanemizin ek hastane binası çalışmaları sona doğru geldi, kaba inşaat bitti. Bundan sonra firma iç düzenleme ve ince işçilikleri gerçekleştirecek” dedi.

Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Sadettin Hülagü de, projenin hızlı şekilde tamamlanacağını ve bölgeye en iyi şekilde hizmet vereceğini belirtti.

26 dönüm üzerinde 7 bin 304 metrekarelik alana inşa edilen Körfez Devlet Hastanesi ek hizmet binası, 54 yataktan oluşacak. Ek hizmet binası içerisinde 15 poliklinik, 3 genel ve 1 lokal ameliyathane, kadın doğum, endoskopi, yoğun bakım üniteleri ve acil bölümü bulunacak.

Kategoriler
Sağlık Haberleri SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Uzmanı uyardı: “Ağız gargarası seçerken üç kez düşünün”

Diş Hekimi ve Ağız, Diş, Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, özellikle alkol ve asit bazlı ağız gargaralarının tat alma duyusunun kaybından diş minesinde erozyona, ağız mukozasında ülser oluşumuna kadar birçok risk içerdiğini belirterek, “Ağız gargarası seçerken üç kez düşünün” dedi.

Diş Hekimi ve Ağız, Diş, Çene Cerrahı Dr. Birkan Taha Özkan, kullanımı yaygınlaşan ağız gargaralarına karşı uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Özkan, özellikle pH değeri düşük (asidik) ve alkol içeren ürünlerin dişlerde hassasiyet, çürük artışı, diş yüzeyinde renklenme ve mine incelmesine yol açtığını söyledi. Alkol, klorheksidin ve yoğun antiseptik içeren ağız gargaralarının dil yüzeyindeki tat tomurcuklarını zamanla silikleştirdiğini belirten Prof. Dr. Özkan, “Özellikle asidik içerikli ve alkol bazlı gargaraların uzun süreli kullanımı, diş minesinde erozyon, dilde tat alma duyu kaybı, diş eti hastalıkları ve ağız mukozasında hasar gibi sorunlara yol açabiliyor” dedi.

“Tat alma duyunuzu yitirebilirsiniz”
Yoğun alkol, klorheksidin ve antiseptik içeren ağız gargaralarının dil üzerindeki tat tomurcuklarına zarar verdiğini belirten Özkan, “Tat alma duyunuzu yitirebilirsiniz. Yoğun alkol, klorheksidin ve antiseptik içeren ağız gargaraları, dil üzerindeki minik tat tomurcuklarının (papillaların) silikleşmesine ve yok olmasına neden oluyor. Bu da zamanla dil yüzeyinde pürüzsüzleşme, tatlı, tuzlu, acı gibi tatları algılayamama ve ağız içinde ve yanakta kronik yanma hissi oluşturuyor. Tat alma duygusunu kaybetmek, yaşam kalitesini doğrudan etkiler. Dil üzerindeki papillaların hasarı bir noktadan sonra geri dönüşümsüz olabilir. 2024 yılında yapılan bilimsel çalışmalar, düzenli ağız gargarası kullanan bireylerde yüzde 18 oranında tat kaybı ve dil yanması vakalarının görüldüğünü göstermiştir” diye konuştu.

“Diş beyazlatmak isterken zarar veriliyor”
Özellikle alkol oranı yüksek (yüzde 20 üzeri) ya da asidik yapıdaki ağız gargaralarının ağız mukozası ve dişeti epitelinde ciddi hasarlara yol açtığını belirten Prof. Dr. Özkan, “Bu durum yanak içlerinde ve diş etlerinde şiddetli yanma, kuruluk, soyulma, ilerleyen süreçte açık yaralara (ülserlere) yol açar. Her gargara kullanımında aslında ağzınızın koruyucu tabakasını yakıyor olabilirsiniz. Yanak mukozasındaki bu mikro hasarlar zamanla daha büyük sistemik enfeksiyonlara da kapı aralar. pH değeri düşük gargaralar, diş minesinde asit erozyonuna yol açıyor. Sonuç olarak, diş hassasiyeti, diş çürük oluşumunda artış, diş minesinin incelmesi, diş renginde koyulaşma veya diş yüzeyinde sararma. Dişlerinizi beyazlatmak isterken, yanlış gargara kullanımıyla dişleri aşındırıyor ve diş çürüklerine davetiye çıkarıyorsunuz. 2024 yılında yapılan bilimsel çalışmaya göre, düzenli gargara kullanan bireylerde yüzde 32 oranında diş erozyonu tespit edilmiştir” ifadelerini kullandı.

“Çene kemiği bile zarar görebilir”
Çene kemiğinin de ciddi zarar görebileceğini dile getiren Prof. Dr. Özkan, “Özellikle klorheksidin bazlı gargaralar, dişlerin üzerinde koyu kahverengi, siyahımsı lekeler oluşturur. Bu renklenmeler diş taşı gibi kalıcı hale gelebilir hatta diş yüzeyindeki lekeler profesyonel temizlikle dahi tam olarak giderilemeyebilir. Metal sülfür ve maillard reaksiyonu sonucu diş ve diş dolgusu kenarlarında kalıcı renk değişimi görülür. Yüzde 2’lik klorheksidin kullanımı, yüzde 9,8 oranında mukozal ülserasyon ve beyaz plak oluşumuna yol açabilir. Sağlıklı dişlerinizin görünümünü bozarak estetik kaygıya sebep olabilirsiniz. Bu hasar bazen telafisi çok zor bir noktaya ulaşır. Bu nedenle uzun süreli kullanımdan ziyade belirli kısa süreli kullanımı renklenmenin de önüne geçebilir. Çene kemiğinize bile zarar verebilir, Uzun süreli antiseptik ağız gargarası kullanımı, ağız florasındaki faydalı bakterileri yok ederek, diş eti hastalıklarının hatta periodontitse (ileri diş eti hastalığına) ilerlemesine, diş eti çekilmesine, diş kayıplarına ve çene kemiğinde erimeye zemin hazırlar” şeklinde konuştu.

“Kalp damar hastalıklarını tetikleyebilir”
Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, ağız gargaralarının masum bir hijyen ürünü gibi görülmemesi gerektiğini vurgulayarak, “Sadece ağzınız değil, tüm vücudunuz tehlikede. Klorheksidin gibi güçlü antiseptikler, ağız mikrobiyotasını bozarak ağızdan mideye ve kalbe kadar olan nitrat-nitrit-oksit dengesini etkiler. Bu durum uzun vadede hipertansiyon, kalp damar hastalıkları ve bağışıklık sistemi zayıflamasına yol açabilir. Masum bir gargara kullanımı, zamanla sistemik kalp damar problemlerine bile neden olabilir. Ağız sağlığı, vücut sağlığının kapısıdır. Ağız gargarası seçerken üç kez düşünün. pH’ı nötr veya hafif alkali olan ürünleri tercih edin. Alkol içermeyen formülleri seçin. Uzun süreli kullanımda mutlaka diş hekiminize danışın. Ağızda tat kaybı, yanma, dişlerde lekelenme gibi belirtiler görürseniz gargara kullanımını derhal bırakmalısınız. Ağız gargarası masum bir hijyen ürünü değildir. Yanlış ve uzun süreli kullanım; ağız, diş, diş eti, çene kemiği ve hatta tüm vücudunuzun sağlığını tehdit edebilir. Tat alma duyunuzu kaybettirebilir, çene kemiğinizi eritmeye başlayabilir ve kalp damar rahatsızlıklarına yol açabilir. Uzun süreli, yoğun asidik ve alkol içerikli gargara kullanımına karşı dikkatli olun. Mutlaka diş hekiminize danışarak kullanın” dedi.

Kategoriler
Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Kocaeli’de ASM sayıları artıyor: Hedef bin

Kocaeli İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, kent genelinde sağlık yatırımlarının sürdüğünü belirterek, aile sağlığı merkezlerinin sayısını yaklaşık bine çıkarmayı hedeflediklerini söyledi.

İzmit ilçesindeki Kozluk Mahallesi’nde bir binanın zemin katı, aile sağlığı merkezine dönüştürülüyor. İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, Kocaeli’de birinci basamak, ikinci basamak ve üçüncü basamak sağlık yatırımlarının devam ettiğini söyledi. Pehlevan, “Tabii ki koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli olduğu yer birinci basamak sağlık hizmetleridir. Devam etmekte olan 16 aile sağlığı merkezimiz var. Hem inşaat halinde olan hem de ihalesi süren yerlerimiz var. Bunlardan 8’i satın alma yoluyla aldığımız aile sağlığı merkezlerimiz. Şuanda bulunduğumuz yer de satın aldığımız aile sağlığı merkezimiz. Tadilatımızı kısa sürede bitirerek vatandaşların hizmetine sunmuş olacağız” dedi.

“Hekim başına düşen nüfus sayısını azaltmak istiyoruz”
Hedeflerinin, hekim başına düşen nüfus sayısını azaltmak olduğunu vurgulayan Pehlevan, “Daha nitelikli sağlık hizmeti vermek istiyoruz. Vatandaşımızın koruyucu sağlık hizmetinden daha çok faydalanmasını istiyoruz. İlk hedefimiz bu sayıyı 2 bin 500’ün altına düşürmek, daha sonra da 2 binlere düşürmek istiyoruz” diye konuştu.

“Sağlıklı hayat merkezlerinde çok nitelikli hizmet veriyoruz”
Op. Dr. Yüksel Pehlevan, aile sağlığı merkezlerinin yanı sıra, sağlıklı hayat merkezlerinin sayısının da artırıldığına dikkat çekerek, “Şuanda 9 sağlıklı hayat merkezimiz var. Ayrıca inşaat çalışmalarımız da devam ediyor. Yine satın alma yoluyla temin edeceğimiz yerler var. Gerekli personel takviyelerini de yaptık. Sağlıklı hayat merkezlerimizde kanser taramasından diyetisyene, fizyoterapistlerden psikoloğa, bulaşıcı hastalıklarından bağımlılıkla mücadeleye kadar çok nitelikli sağlık hizmeti veriyoruz” şeklinde konuştu.

“Hastanın bir daha randevu almasına gerek kalmıyor”
Sağlık hizmetlerinde dijital entegrasyonun tamamlandığını da belirten Pehlevan, aile sağlığı merkezlerinde görevli hekimlerin, muayene ettikleri hastalar için gerekli gördüklerinde Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden doğrudan ilgili birime randevu oluşturabildiğini söyledi. Pehlevan, “Aile hekimi, uygun gördüğünde hastasını uzman hekime direkt gönderebiliyor. Hastanın bir daha başka randevu almasına gerek kalmadan başvuru yapılabiliyor” ifadelerini kullandı.

“Önümüzdeki 1 yıl içinde bu sayıya ulaşabileceğimize inanıyorum”
Kocaeli’de aile sağlığı merkezi sayısının yaklaşık 700’e ulaştığını belirten İl Sağlık Müdürü Yüksel Pehlevan, “Hedefimiz, yeni yatırımlar ve satın almalarla birlikte binli rakamlara ulaşmak. Önümüzdeki 1 yıl içinde bu sayıya ulaşabileceğimize inanıyorum” dedi.

Kategoriler
Sağlık Haberleri SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Uzmanı uyardı: “Her bel fıtığında ameliyat şart değil”

Her bel fıtığı hastasının ameliyat olmaması gerektiğini belirten Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Mustafa Nehir Barut, “Sadece yüzde 5 civarında hastada ameliyat gerekli olur. Yatak istirahati, ağrı kesici medikal tedaviler ve bazen fizik tedavi ile rahatlama sağlanabilir. Hastaların büyük çoğunluğunda bu yöntemlerle şikayetler gerilemektedir. Dirençli ağrı, kuvvet kaybı, idrar kaçırma gibi şikayetler varsa cerrahi tedavi kaçınılmazdır. Cerrahinin gecikmesi, felç gibi geri dönüşü olmayan nörolojik komplikasyonlara yol açabilir” dedi.

VM Medical Park Gebze Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Mustafa Nehir Barut, bel fıtığı ve tedavi yolları hakkında açıklamalarda bulundu. Bel fıtığının tanımını yapan Op. Dr. Barut, “Bel fıtığı, bel omurgaları arasındaki disk adı verilen kıkırdak yastıkların zaman içinde zorlanma ve yıpranma nedeniyle yırtılması, kopması ve yerinden kayması sonucu oluşan sinir köklerinin sıkışmasıdır” diye konuştu.

“35-40 yaşlarında sık gözüküyor”
Bel fıtığına neden olan durumlardan bahseden Op. Dr. Barut, “Bel fıtıkları genel olarak ağır kaldırma sonucuyla tetiklenir. Bununla birlikte aşırı kilo (obezite), ani hareketler, yaşlılık, uzun süre aynı pozisyonda oturmak, genetik faktörler ve sigara tüketimi de bel fıtığına neden olan faktörler arasında gösterebilir. Sıklıkla 30-50 yaşları arasında görülür. Özellikle 35-40 yaşlarında pik yapar” şeklinde konuştu.

“Bacaklara yayılan şiddetli ağrı, uyuşma görülebilir”
Belirtilere de değinen Barut, “Bel hareketlerinde kısıtlanma kasların gerilmesi ve spazmı sonucu görülür. Yürüme ve oturma sırasında zorlanma fıtığın sinirleri etkilemesiyle ortaya çıkar. Ayak ve bacak kaslarında güçsüzlük omurgadaki sinirlerin zarar görmesi sonucu gelişir. Bacaklara yayılan şiddetli ağrı, uyuşma, karıncalanma ve kas güçsüzlüğü olabilir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI), bel fıtığı tanısında en yaygın kullanılan yöntemdir. Omurganın kemik yapısının incelenmesinde röntgen ve bilgisayarlı tomografi istenebilir. Ayrıca, bazı özel durumlarda sinir iletim hızları, sinir hasarı ve kas zayıflığının tespiti için EMG (Elektromiyografi) tetkiki istenebilir” ifadelerini kullandı.

“Sıcak veya soğuk kompres uygulaması iyi gelebilir”
Bel fıtığına iyi gelen önerilerde bulunan Op. Dr. Barut, “Sıcak veya soğuk kompres uygulaması, fizik tedavi, istirahat ve kasları çalıştırmak ve ağrı kesiciler bel fıtığı sonucu yaşanan ağrıyı dindirmeye yardım edebilir. Ağrı kesici ilaçlar ve anti-enflamatuar ilaçlar kullanılır. Bel bölgesi, vücudun ağırlık merkezidir ve gün içinde yaptığımız tüm hareketlerden etkilenmektedir. Düzenli yürüyüşler, kan dolaşımını artırarak bel bölgesine daha fazla oksijen gitmesine yardımcı olabilir. Bel fıtığı olanlar için karın kaslarını güçlendirmek önemlidir. Pelvik tilt, kedi-inek pozisyonu, köprü egzersizi, çocuk pozu ve diz göğse çekme egzersizleri ile bel ve karın kaslarını güçlendirir, omurga esnekliğini artırır ve ağrıyı hafifletir. Ağır kaldırmamak önemlidir. Ani hareketlerden kaçınılmalıdır. Sağlıklı bir kiloya sahip olunmalıdır. Düzenli egzersiz yapılmalıdır. İyi bir duruş pozisyonu edinilmelidir. Sigara bırakılmalıdır” açıklamasında bulundu.

“Bazen fizik tedavi ile rahatlama sağlanabilir”
Tedavi yollarına dikkat çeken Op. Dr. Barut, “Yatak istirahati, ağrı kesici medikal tedaviler ve bazen fizik tedavi ile rahatlama sağlanabilir. Hastaların büyük çoğunluğunda bu yöntemlerle şikayetler gerilemektedir. Dirençli ağrı, kuvvet kaybı, idrar kaçırma gibi şikayetler varsa cerrahi tedavi kaçınılmazdır” diye konuştu.

“Sadece yüzde 5 civarında hastada ameliyat gerekli olur”

Her bel fıtığı hastasının ameliyat olmaması gerektiğini vurgulayan Op. Dr. Barut, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sadece yüzde 5 civarında hastada ameliyat gerekli olur. Acil ameliyat gerektiren durumlar da vardır. İlerleyici güç kaybı, örneğin hastanın bacak-ayak kaslarında ilerleyici güç kaybı meydana geliyorsa, bu ciddi bir sinir sıkışmasının işareti olabilir. Düşük ayak (foot drop), hastanın ayak bileğini yer çekimine karşı yukarı kaldırmakta zorlanması veya bunu hiç yapamaması durumudur. Bu durumda ameliyat aciliyet kazanır. İdrar ve büyük abdest kontrol kaybı, sfinkter kaslarında güçsüzlük sonucu hastanın idrarını veya büyük abdestini tutamaması durumunda hızlı müdahale gereklidir. Bu, omurilik üzerindeki ciddi baskının göstergesidir ve ameliyat gecikirse sinir hasarı kalıcı hale gelebilir. Hastanın başvuru sırasında belirgin nörolojik kayıpları varsa (örneğin, bacakta hissizlik ve felç durumu), sinir üzerindeki basının hızla ortadan kaldırılması için cerrahi müdahale şarttır. Cerrahinin gecikmesi, felç gibi geri dönüşü olmayan nörolojik komplikasyonlara yol açabilir. Bu yüzden yukarıda belirtiler ortaya çıktığında zaman kaybetmeden bir omurga cerrahisi uzmanına başvurmak hayati önem taşır.”

Kategoriler
Sağlık Haberleri SAĞLIK

Deprem korkusuyla başa çıkmak için öneriler

Depremin hemen ardından korku, ne yaptığını ve nerede olduğunu bilememe, duygularını hissedememe ve kafa karışıklığı gibi belirtiler yaşanabileceğini belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. İpek Buse Güzelce, “Kişi, olayı hatırlamak istemese de anılar zihnine kendiliğinden gelebilir. Bu belirtilerle başa çıkmak için temel ihtiyaçlarınıza özen gösterin; özellikle uyku ve iştahınızı dengelemeye çalışın. Yaşadıklarınızı sizi dinleyebilecek bir yakınınızla paylaşmaktan çekinmeyin. Günlük küçük rutinlerinize dönmeye çalışın” dedi.

İAÜ VM Medical Park Florya Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. İpek Buse Güzelce, doğal afetlerin ruh sağlığı üzerine etkileri hakkında açıklamalarda bulundu. Doğal afetler karşısında ruhsal etkilenmelerin kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Güzelce, “İnsan doğası gereği, karşılaşılan afetler karşısında belli derecelerde ruhsal etkilenme herkes tarafından yaşanır. Yaşadığımız coğrafyada deprem başta olmak üzere, doğal afetler karşısında ruhsal zorlanmalar yaşayabilir, ruhsal tepkiler ortaya çıkarabiliriz” diye konuştu.

Deprem sonrası yaşanabilecek olumsuz durumlardan bahseden Uzm. Dr. Güzelce, “Depremin hemen ardından yaşayabileceğiniz tepkiler arasında korku, ne yaptığınızı ve nerede olduğunuzu bilememe, duygularınızı hissedememe, kafa karışıklığı ve tepki vermeme olabilir. Bu tepkiler, ‘olağandışı durumlara verilen olağan tepkiler’ olarak tanımlanır. Çoğu kişi için bu tepkiler, olaydan sonra ilk haftalarda zamanla azalır ve ortadan kalkar. Tedavi veya müdahaleye gerek kalmadan kişi olay öncesi haline dönebilir” dedi.

“Olayla ilgili kâbuslar görülebilir”

Bu tepkilerin yanı sıra olay anını tekrar hatırlama, olayın istenmeden tekrar tekrar zihne gelmesi gibi belirtilerin de görülebileceğini dile getiren Uzm. Dr. Güzelce, şu bilgileri paylaştı: “Bu durum ‘yeniden yaşantılama’ olarak adlandırılır. Kişi, olayı hatırlamak istemese de anılar zihnine istenmeden gelebilir. Bu anılar çok canlı olabilir ve kişi sanki olay yeniden oluyormuş gibi hissedebilir. Bu hatırlamalarla birlikte iç sıkıntısı, çarpıntı, terleme gibi bedensel belirtiler de tetiklenebilir. Olayla ilgili kâbuslar görülebilir. Ayrıca, olayın tamamını veya bazı kısımlarını hatırlayamama, depremin olduğu eve girememe, olayla ilgili konuşmak istememe, uykusuzluk, sinirlilik, aşırı irkilme gibi tepkiler de ortaya çıkabilir. Yaşadıklarınız karşısında kendinizi çaresiz hissedebilir ve karamsar düşünceler içinde bulabilirsiniz.”

“Tepkilere karşı öneriler”

Uzm. Dr. Güzelce, deprem sonrası travmalarımızı nasıl yönetebileceğimiz ve kendimizi nasıl iyi hissedeceğimiz konusunda şu önerilerde bulundu: “Temel ihtiyaçlarınıza özen gösterin, özellikle uyku ve iştahınızı dengelemeye çalışın. Duygularınıza izin verin; yaşayabileceğiniz üzüntü, kaygı, korku gibi duygular olağan tepkilerdir. Duygularınızı ve yaşadıklarınızı sizi dinleyebilecek bir yakınınızla konuşmaktan çekinmeyin. Günlük küçük rutinlerinize dönmeye çalışın. İlk günlerde yaşayabileceğiniz uykusuzluk ve iştah değişiklikleri gibi durumlarda sakinleştirici veya yatıştırıcı ilaçları kullanmamaya özen gösterin. Depreme ait görsel ve videolara maruziyetinizi kısıtlayın. Nefes egzersizleri veya gevşeme tekniklerini deneyin. Derin nefes almak, bedenin rahatlamasına ve zihnin sakinleşmesine yardımcı olabilir.”

“İlk haftalarda bazı şikâyetler görülmesi normal”

Hangi durumlarda uzman destek alınması gerektiğini vurgulayan Uzm. Dr. Güzelce, “İlk haftalarda bu belirtilerin görülmesi doğaldır. Ancak, şikayetler ilerleyen haftalar içinde azalmıyorsa, yaşantınızı etkiliyor ve yaşamınıza uyum sağlamanızı zorlaştırıyorsa, uyku ve iştah değişikliklerinde düzelme olmuyorsa bir ruh sağlığı uzmanına başvurmak uygun olacaktır” ifadelerini kullandı.

1 aydan uzun süren olumsuz belirtiler hakkında uyarılarda bulunan Uzm. Dr. Güzelce, “Eğer bu belirtiler 1 aydan uzun sürerse ya da zamanla azalmak yerine daha da yoğunlaşırsa, bu durum Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olarak adlandırılabilir. Bu yüzden belirtiler geçmiyorsa ya da kişinin hayat kalitesini ciddi şekilde etkilemeye devam ediyorsa, bir ruh sağlığı uzmanına başvurmak çok önemlidir. Erken destek almak iyileşme sürecini kolaylaştırır. TSSB belirtileri her insanda farklı şekillerde yaşanabilir. TSSB, tedavi edilebilir bir durumdur; ancak kendi kendine geçme olasılığı düşüktür. Tedavide hem ilaçların hem de psikoterapinin yeri vardır” dedi.

“Tedavi seçenekleri”

Travma ile ilişkili ruhsal bozukluklarda temel tedavi yönteminin psikoterapi olduğunun altını çizen Uzm. Dr. Güzelce, uygulanabilecek tedavi seçeneklerini şöyle sıraladı: “Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Travma Odaklı Terapiler: Kişinin travmayla baş etmesini, düşünce ve davranışlarını yeniden düzenlemesini sağlar.

EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): Travmatik anıların daha az rahatsız edici hale gelmesine yardımcı olan özel bir terapi yöntemidir.

İlaç tedavisi: Bazı durumlarda, özellikle kaygı, uyku problemleri veya depresyon belirtileri yoğunsa, psikiyatrist tarafından ilaç desteği verilebilir.”

Uzm. Dr. Güzelce, “Her bireyin ihtiyacı farklıdır. Bu yüzden tedavi kişiye özel planlanır” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

Kategoriler
Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Merdiven çıkarken dizde oluşan ağrıya dikkat

Günlük hayatta fark etmeden atılan binlerce adım, yıllar içinde dizlerde yorgunluğa neden oluyor. Diz kireçlenmesinin özellikle merdiven inip çıkarken ya da uzun süre yürüdükten sonra ağrıyla kendini belli ettiğini belirten Uzman Dr. Mert Sancar, diz kireçlenmesi hakkında bilgi verdi.

Her adımda vücudun tüm yükünü taşıyan diz eklemleri, yıllar içinde sessizce yıpranıyor. Bu yıpranma zamanla “gonartroz” olarak adlandırılan, halk arasında “diz kireçlenmesi” olarak bilinen hastalığa yol açıyor. Medicana Zincirlikuyu Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Mert Sancar, diz kireçlenmesinin diz ekleminde yer alan kıkırdak dokunun aşınmasıyla başladığını söyleyerek, “Kıkırdak, eklem yüzeylerinin rahatça hareket etmesini sağlayan koruyucu bir tabakadır. Bu doku bozulduğunda, kemikler birbirine sürtünmeye başlar ve bu durum ağrı, sertlik, şişlik ve hareket kısıtlılığına neden olur. Yaşlanma, fazla kilo, geçirilmiş diz yaralanmaları, genetik yatkınlık ve bazı romatizmal hastalıklar gonartrozu kolaylaştıran etkenlerdir” dedi.

Kilo kontrolü önem taşıyor
Gonartrozun genellikle dizde özellikle merdiven inip çıkarken ya da uzun süre yürüdükten sonra hissedilen ağrı ile kendini belli ettiğine değinen Uzm. Dr. Mert Sancar, “Zamanla dizde şekil bozukluğu, çıtırtı sesi, sabahları tutukluk hissi ve oturup kalkarken zorlanma gibi şikâyetler gelişir. Tanı, hasta öyküsü ve fizik muayene ile birlikte basit bir röntgen ile rahatlıkla konabilir. Gerektiğinde MR gibi görüntüleme yöntemleri de kullanılabilir. Gonartroz tedavisi, hastalığın evresine ve hastanın yaşam kalitesine göre belirlenir. İlk aşamada kilo kontrolü, kasları güçlendirmeye yönelik egzersizler, baston veya dizlik gibi yardımcı ekipmanlar önerilir. Fizik tedavi uygulamaları da ağrının azaltılmasında ve eklemin korunmasında oldukça etkilidir” şeklinde konuştu.

İlaçların yan etkilerine dikkat
Gonartrozun tedavisinde ağrı kesici ve iltihap giderici ilaçlar, krem veya jel formunda sürülen topikal ilaçların kullanılabildiğini ifade eden Uzm. Dr. Mert Sancar, “Ancak bu ilaçlar uzun süreli kullanımda mide, böbrek ve kalp üzerindeki yan etkileri nedeniyle dikkatli alınmalıdır. Ağrı kesici, iltihap giderici ilaçların yanında diz içi enjeksiyonların da bu sorunda kullanıldığını söylemek mümkündür” diye görüş verdi.

Erken evrede hyaluronik asit enjeksiyonları uygulanabilir
İlaç ve fizik tedaviye yeterli yanıt vermeyen hastalarda diz içine yapılan enjeksiyonların son yıllarda önemli bir tedavi seçeneği haline geldiğine değinen Uzm. Dr. Mert Sancar, “Bu uygulamalar, doğrudan eklem içine yapıldığından daha etkili ve hedefe yönelik sonuçlar sağlayabilir. Diz içine kortizon enjeksiyonları tercih edilen bir yöntemdir. Bu yöntem iltihaplı durumlarda etkili ve hızlı ağrı giderici etki sağlar. Ancak yılda 2-3 defadan fazla önerilmez, zira kıkırdak üzerine olumsuz etkileri olabilir. Kortizon dışında kullanılan hyaluronik asit enjeksiyonları da eklem sıvısının kalitesini artırır, sürtünmeyi azaltır, dizin ‘yağlanmasını’ sağlar. Özellikle erken ve orta evredeki hastalarda işe yarar” dedi.

Diz kireçlenmesinde yeni nesil tedaviler
Kişinin kendi kanından alınan ve iyileştirici hücrelerden zenginleştirilmiş bir sıvının ekleme verilmesiyle yapılan PRP’nin de diz kireçlenmesinde uygulanabildiğini belirten Uzm. Dr. Mert Sancar, “Bunların yanında kök hücre uygulamaları ve kolajen enjeksiyonları da kullanılır. Genellikle hastanın yağ dokusundan ya da kemik iliğinden elde edilen kök hücreler, hasarlı dokuya ‘yenilenme’ sinyali verir. Deneyimli ekipler tarafından uygulandığında fonksiyonel faydalar sağladığı görülmüştür. Kolajen enjeksiyonları da tercih edilen bir yöntemdir. Vücutta doğal olarak bulunan kolajenin dışarıdan desteklenmesi ile kıkırdak dayanıklılığı artırılmaya çalışılır. PRP ya da hyaluronik asitle birlikte uygulanabilir. Ayrıca, eksozom tedavisi de diz kireçlenmesinde kullanılan bir diğer yöntemdir. Bu yöntem, hücreler arası iletişimi sağlayan minik ‘haberci kesecikler’ olan eksozomların diz içine verilmesiyle uygulanır. Eksozomlar, doku yenilenmesini uyaran sinyaller içerir ve hasarlı bölgelerde onarıcı süreçleri başlatabilir. PRP ve kök hücre tedavilerinin etkilerini destekleyici niteliktedir. Her ne kadar bilimsel araştırmalar hâlen devam etse de, eksozom tedavisi günümüzde bazı özel kliniklerde diz kireçlenmesi tedavisine destek amacıyla uygulanmaktadır ve klinik deneyimlerle olumlu geri dönüşler alınmaktadır” şeklinde görüş verdi.

“Enjeksiyonların yeterli olmadığı durumda cerrahi önerilir”
Tüm yöntemlere rağmen hastaların günlük aktivitelerini yapmakta zorlanma varsa, cerrahi seçeneklerin gündeme geldiğini ifade eden Uzm. Dr. Mert Sancar, “Bunlar arasında artroskopik temizleme işlemleri, kemik hizalama ameliyatları (osteotomi) ve ileri vakalarda diz protezi ameliyatları yer alır. Gonartroz, yaşla birlikte görülme sıklığı artan ancak doğru yönetildiğinde hastanın yaşam kalitesini koruyabildiği bir hastalıktır. Tedavi seçenekleri klasik yöntemlerden ileri biyolojik uygulamalara kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Her hastanın ihtiyacı farklı olduğundan, tedavi planı bireye özel olarak şekillendirilmelidir” dedi.

Telefon
WhatsApp
Exit mobile version