Kategoriler
SAĞLIK

Vücut kitle indeksi çok düşük veya yüksek olan kadınlarda adet gecikmesi görülebilir

Adet gecikmesi, çoğu kadının çeşitli nedenlere bağlı olarak hayatının bir döneminde yaşadığı bir sorundur. Adet döngüsü çoğu kadın için 28 gün olsa da, bazı kadınlarda 21 gün-40 gün arasında değişebilir. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mehtap Yazıcıoğlu, “Adet gecikmesi ciddiye alınmalıdır. Özellikle vücut kitle indeksi 18.5 ve altında ya da 30 ve üzerinde olan kadınlar risk grubundadır” dedi.

Sağlıklı kadınlarda normal adet döngüsü, son kanamanın başlama tarihinden itibaren 28 gündür. Bununla birlikte 21-40 gün arası da normal kabul edilebilir. Döngünün her seferinde birkaç gün değişmesi de normal bir durumdur. Kanamaların bu döngü dışında görülmesinin adet gecikmesi olarak nitelendirildiğini söyleyen Medicana Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mehtap Yazıcıoğlu, “Normal bir adet döngüsü sırasında kadınların yumurtalıklarının birinden yumurta salınır. Bir sperm tarafından döllenmeyen yumurta, kan ve dokularla birlikte vücuttan atılır. Bu kanama ortalama 5 gün sürer. Daha sonra döngü, aylık olarak kendini tekrar eder. Bazı dönemlerde ise stres gibi duygu durumlar, çeşitli dış etkenler ya da hastalıklar nedeniyle bu döngü bozulabilir. Bu durumda döngü dışında anormal kanamalar görülür” diye konuştu.

Op. Dr. Yazıcıoğlu, adet gecikmesinin bazı yaygın nedenlerini ise şöyle sıraladı:

Gebelik

Aşırı stres

Ani kilo kaybı

Aşırı kilolu olmak

Gün içinde çok fazla egzersiz yapmak

Doğum kontrol hapı kullanmak

Menopoz ya da erken menopoz

Polikistik over sendromu

Kontrolsüz diyabet

Kalp hastalıkları

Aşırı aktif tiroit bezi

Uzun süreli stres hormonları etkiler

Herhangi bir faktöre bağlı olarak yaşanan uzun süreli stresin hormonları etkileyerek adet gecikmesine ve menstrüal dönemin normalden daha ağrılı geçmesine neden olabildiğini ifade eden Op. Dr. Mehtap Yazıcıoğlu, şöyle devam etti: “Stres, gecikmenin yanı sıra kanamanın erken olmasının da nedenlerinden biridir. Meditasyon, yoga, yüzme ve koşu gibi egzersizler stresin azalmasına yardımcı olabilir. Ancak gün içinde aşırı egzersiz yapmak da stres seviyesini artırır. Bu durumda yağ seviyesi de düşeceği için yumurtlama gecikebilir ya da durabilir.”

Vücut Kitle İndeksi 18.5’in altında ve 30’un üzerinde olan kadınlar dikkat!

Genellikle 45-50 yaşlarında görülen menopoz döneminin yaklaşmasıyla adet gecikmeleri görülebileceğini belirten Op. Dr. Yazıcıoğlu, “Östrojen seviyesinin düşmeye başlaması ve yumurtlamanın düzensiz hale gelmesiyle, menopoza yaklaşan kadınlarda adet gecikmesi görülebilir. Menopozdan sonra ise kanamalar tamamen durur” dedi.

Aşırı ve ani kilo kayıplarının da adet gecikmesi nedenleri arasında bulunduğuna dikkat çeken Op. Dr. Mehtap Yazıcıoğlu, “Günlük alınan kalorinin büyük oranda kısılması, yumurtlamak için gerekli olan hormon üretimini olumsuz olarak etkiler. Özellikle vücut kitle indeksi 18.5 ve altında olan bireylerde adet gecikmesi görülebilir. Bu durumun tam tersi olarak, aşırı kilo da adet döngüsünün düzensizleşmesinin önemli nedenlerden biridir. Aşırı kilolu kadınlarda östrojen hormonu fazla miktarda üretilir. Fazla östrojen, adet kanamasının gecikmesine neden olabilir. Özellikle vücut kitle indeksi 30 ve üzerinde olan kadınlar bu risk grubuna dahildir” şeklinde konuştu.

Baş ağrısı, sivilceler, kilo alıp vermek belirtiler arasında

Adet gecikmesinin yaygın belirtisi, kanamanın bir önceki kanamayı takiben 35-40 gün içinde gelmemesidir. Bununla birlikte, pek çok hastalığa bağlı olarak meydana gelebilen adet gecikmelerinde farklı belirtiler de oluşabilir. Adet gecikmesi yaşayan kadınlarda görülen yaygın belirtiler şu şekildedir:

Aşırı kıllanma

Baş ağrısı

Kasık bölgesinde ağrı

Yüz başta olmak üzere vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkan sivilceler

Aşırı kilo alma ya da verme

Uzun süre devam eden adet gecikmesinin farklı hastalıkların belirtisi olabileceğine dikkat çeken Op. Dr. Yazıcıoğlu, tanı ve tedavi süreciyle ilgili şu bilgileri verdi: “Teşhis ve tedavi için kadınların bir sağlık kurumuna başvurması önerilir. Jinekoloji ya da endokrinoloji muayenelerinde hastaların ve ailelerinin tıbbi geçmişleri, yaşanan stres gibi duygusal sorunlar, kilo değişiklikleri, egzersiz yapma sıklığı gibi noktalar dinlenir. Ayrıca kadınların yaşı da önemli bir faktördür. Tıbbi bir durumun neden olabileceği adet gecikmelerinde hastalar farklı bölümlere yönlendirilir. Muayene öncesi, adet kanamasının başlangıç ve bitiş tarihlerinin not alınması faydalı olur. Tanı sürecinde herhangi bir hastalıktan şüphelenilmediği takdirde adet döngüsünün belirli bir süre izlenmesi istenebilir. Tanı için kan testlerinin yanı sıra ultrason, MR ve tomografi gibi yöntemlerden de yararlanılır. Kan testleri, anormal seviyede seyreden hormonların olup olmadığı konusunda bilgi alınmasını sağlar. Hipofiz bezi ya da üreme sistemindeki herhangi bir bozukluk içinse görüntüleme yöntemlerinden faydalanılır.”

Yaşam şartlarında değişiklik yapılması gerekir

Stres ya da beslenme bozuklukları gibi hormonları etkileyen nedenlerden kaynaklanan adet gecikmelerinde kadınların yaşam şartlarında değişiklik yapması gerektiğini belirten Op. Dr. Mehtap Yazıcıoğlu, “Adet gecikmesinin nedeni polikistik over sendromu ise tedavide progesteron içerikli doğum kontrol hapları kullanılması önerilebilir. Ancak doğum kontrol hapları da gecikmenin nedeni olabilir. Bu durumda hapların bırakılmasıyla döngünün normal seyrine dönmesi beklenir. Erken menopoz vakalarında, hormon replasman tedavisinden (HRT) ya da doğum kontrol haplarından faydalanılır. Aşırı aktif tiroit bezinin fazla miktarda hormon üretmesi sebebiyle yaşanan adet gecikmelerinde ise ilaç tedavisi uygulanabilir” ifadelerini kullandı.

Kategoriler
SAĞLIK

Karakuş, “Sağlık alanında önemli adımlar atacağız”

İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Osman Karakuş, 2045 yılına kadar detaylı planlamalar yaptıklarını belirterek, Yalova’da sağlık alanında büyük adımlar atılacağını söyledi. Karakuş, hastane yolundaki kaymanın kaçak su nedeniyle olduğunu ve çözüm çalışmalarının başlayacağını ifade ederek yeni randevu sistemiyle hastane randevu sıkıntılarının büyük ölçüde çözüldüğünü de vurguladı.

Karakuş, önümüzdeki 20 yılı planladıklarını ifade ederek, hastanedeki randevu sistemi ile alakalı da önemli açıklamalarda bulundu. 2045 yılına kadar detaylı bir çalışma ve planlamalar yapıldığını söyleyen Karakuş, “Nereye birinci basamak nereye sağlık tesisi gerekiyor bununla ilgili detaylı çalışmalarımız devam ediyor. Bize benzeyen 4 ili de kapsayıcı bir çalışma yaptık. En uygun ili Çanakkale gördük. Çanakkale üzerinden bir projeksiyon yaparak 2028,2035 ve 2045 yıllarını da öngörerek, nüfusu da içine katarak neler yapmamız gerektiği ile ilgili çalışmalarımızı yapıyoruz. Bu konu ile alakalı ilgili birimleri de haberdar ettik. Bakanlığa da gerekli çalışmaları sunduk. Dolayısıyla bakanlık da Yalova’daki çalışmalardan haberdar. İnşallah sağlık konusunda Yalova’da önemli adımlar atacağız. Tespitlerimiz şu anda tamam ama süreç içerisinde de yeni revizyonlar gerecek” dedi.

Yoldaki kaymaya kaçak su sebep olmuş

Hastane yolunda yaşanan kayma ile ilgili içme suyu hattında yaşanan kaçak suyun sebep olduğunu belirten Karakuş, “Hastanenin ön tarafında bulunan yolda bir kayma yaşandı. Orada bir yeraltı su akıntısı olduğu düşünüldü. Çeşitli analizler-tahliller yapıldı. Şebeke kaçak su olduğu tespit edildi. Bu kaçak su az da değil. O kaçak su, yolun kaymasına sebep oldu. Karayolları tarafından ihalesi yapılarak yol ile ilgili çalışma kısa sürede başlayacak. Yapılacak olan çalışma ile ilgili orada kalıcı ve güzel değişiklikler yapılacak. Proje aşaması da bitmek üzere. Proje aşaması tamamlandığı gibi Karayolları burada çalışmalara başlayacak. Burada çok sağlam ve ileriye dönük bölgeyi rahatlatacak bir çalışma ortaya konacak. Bu çalışma içerisinde yolu da genişleteceğiz. Süreç içerisinde oradaki çalışma da bittiği zaman afiliasyon süreci de tamamlandığında belki de ek binalara bile ihtiyaç olacak” diye konuştu.

“Onaylı randevu sistemi sıkıntıyı rahatlattı”

Hastane içerisinde randevu koordinasyon merkezinin randevu bulamayan hastalara hizmet verdiğini söyleyen Karakuş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz hastanede koordinasyon merkezi açtık. Hastane içerisinde randevu merkezi açtık. Oraya 2 personel görevlendirdik. Açıldığı günden şu ana kadar toplam 750 kişinin üzerinde başvuru yapıldı ve randevusu alındı. Randevu sistemi şu anda Yalova’da oturmuş durumda. İki branş dışında sıkıntı kalmadı. O branşlarda da talep olmasının sebeplerini de araştırıyoruz. Bir algı oluşturuluyor ve sanki hastanenin genelinde bu problemin var olduğu düşünülüyor. Sistem daha da oturunca bu sıkıntı tamamen ortadan kaybolup gidecek. Bu onaylı randevu sistemi Yalova özelinde konuşuyorum etkisi oldu. Bir de tabii yeni branşlarda doktorlarımızın da gelmesi etki etti. İlave doktorlarımız da gelmeye devam edecek. Randevu sıkıntıları da o zaman daha da rahatlayacak.”

Kategoriler
SAĞLIK

Bilecik’te ilk defa yapılan ameliyatla sağlığına kavuştu

Bilecik’te doğuştan böbrek rahatsızlığı olan hasta, kentte ilk defa yapılan bir ameliyatla sağlığına kavuşturarak taburcu oldu.

Böbrekteki idrarın mesaneye ulaşamadığı durumlarda görülen bir rahatsızlığı bulunan 27 yaşında hasta Ozan Yiğit, Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ilk defa yapılan ameliyat ile sağlığına kavuştu. Hasta, Üroloji Kliniği uzmanlarının, dismembered pyeloplasti, üreteroüreterostomi ve üreterolizis yöntemlerini uyguladığı ameliyat sonrası 4 günde sağlığına kavuştu.

Hastayı ziyaret eden üroloji ekibi Doç. Dr. Ramazan Topaktaş, Doç. Dr. Ali Haydar Yılmaz ve Op. Dr. Mahmut Koç, bu yöntemle bir çok hastanın sağlığa kavuşacağını söylediler. Ameliyat hakkında bilgi veren doktorlar, “Böbrekte üretilen idrarı idrar kesesine taşıyan idrar kanalına üreter denir. Üreter sağ ve sol böbrekten çıkarak idrar kesesine kadar devam eder ve trigon denilen bölgede mesaneye açılır. Üreteropelvik darlık ise böbrekteki idrarın mesaneye ulaşamadığı durumlarda görülen bir rahatsızlıktır. İdrar, böbrek toplayıcı sistemi ile üreterin birleştiği noktada görülen darlık veya tıkanıklık nedeniyle, kanaldan geçerek mesaneye ulaşamaz ve böbrek zamanla işlevini yitirir. Üreter darlığı da üreteropelvik bileşke darlığı gibi idrar akışını engelleyerek böbrek fonksiyonlarının bozulmasına neden olabilir. Darlık aynı zamanda böbrek taşı oluşma riskini de artırır. Endoskopik ameliyatların başarısız olduğu durumlarda laparoskopik veya açık ameliyatlarla bu darlıklar düzeltilir” dediler.

Bilecik’te ilk defa başarı ile uygulanan operasyon teknikleri ile tek seansta sağlığına kavuşan hasta Ozan Yiğit ise doktorlara teşekkür etti.

Kategoriler
SAĞLIK

“Solunum fizyoterapisi ile solunum kapasitesini artırmak mümkün”

Özellikle KOAH, astım, bronşektazi gibi kronik solunum yolu hastalıklarının yanı sıra ameliyata girecek hastalarda da anestezi öncesi ve sonrası solunum fizyoterapisi uygulanarak solunum kapasitesini artırabildiğini belirten Göğüs Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Ferzat Zonüzi, “Solunum fizyoterapisinin temel ilkelerinde nefes almayı kolaylaştırmak, balgam çıkarmayı artırmak ve solunum kaslarının güçlenmesini sağlamak ve öksürük refleksini artırmak yer almaktadır” dedi.

VM Medical Park Kocaeli Hastanesi’nden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Ferzat Zonüzi, solunum fizyoterapisi hakkında bilgilendirmede bulundu. Doğru nefes almanın sağlığımıza olumlu, hastalıklarımıza olan iyileştirici etkilerinin kaçınılmaz olduğunu dile getiren Op. Dr. Ferzat Zonüzi, toplumda pek çok kişinin gerçekten doğru nefes almayı bilmediğine dikkat çekti.

“Akciğer kapasitemizi sandığımızdan az kullanıyoruz”

Çoğumuzun akciğer kapasitemizi sanılanın çok daha altında kullandığını işaret eden Op. Dr. Zonüzi, tıpta “pulmoner rehabilitasyon” olarak da adlandırılan solunum fizyoterapisinin çeşitli solunum problemleri olan, farklı şiddetlerde solunum güçlüğü yaşayan hastalar için uygun bir tedavi yöntemi olduğunu belirtti.

“Amaç solunum kapasitesini artırmak”

Solunum fizyoterapisi tedavisinde amacın hastanın solunum kapasitesinin artırılması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi olduğunu ifade eden Op. Dr. Zonüzi, “Solunum fizyoterapisinin temel ilkelerinde nefes almayı kolaylaştırmak, balgam çıkarmayı artırmak ve solunum kaslarının güçlenmesini sağlamak ve öksürük refleksini artırmak yer almaktadır” dedi.

“KOAH, astım ve bronşektazi hastalıklarında daha sık kullanılıyor”

Özellikle KOAH, astım, bronşektazi gibi kronik solunum yolu hastalıklarının yanı sıra herhangi bir ameliyata girecek olan hastalarda da anestezi öncesi ve sonrası solunum fizyoterapisi uygulamalarının gelişebilecek solunumsal sıkıntıların önlenmesinde önemli rol oynadığını vurgulayan Ferzat Zonüzi, “Solunum fizyoterapisi genellikle egzersizler, postür değişiklikleri, nefes ve solunum fizyoterapisi teknikleri ile cihaz kullanımı gibi yöntemlerden oluşur. Sigara içen bir hastanın sigarayı bırakması veya kilo vermesi gibi adımlar da solunum fonksiyonlarının iyileştirilmesine katkı sağlayabilir” şeklinde konuştu.

“Nefes darlığı gibi dirençli semptomlara karşı etkili”

Solunum fizyoterapisinin Kovid-19 döneminde de nefes darlığı gibi dirençli semptomlar yaşayan kişilere yönelik başarıyla uygulandığını hatırlatan Op. Dr. Zonüzi, tedaviyle hastanın fiziksel durumunu iyileştirmek, semptomları azaltmak, doğru ve etkili nefes alma eğitimleri vermek ve yaşam kalitesini yükseltmenin hedeflendiğini belirtti.

Solunum fizyoterapisinin faydaları

Op. Dr. Zonuzi, solunum rehabilitasyonun faydalarını ise şu şekilde sıraladı:

“Solunum fizyoterapisi, akciğer kapasitesini artırarak egzersizlere ve efor sarf etmeye uyumu kolaylaştırır. Solunum cihazlarına bağımlılığı azaltır. Nefes darlığını azaltarak yaşam kalitesini yükseltir. Göğüs ve kol kaslarına yönelik egzersizlerle kuvvet ve fonksiyon artışı sağlar. Hastaneye yatış ve acil başvuruları azalır. Hastanede yatan vakalar için yatış süresini kısaltır ve sağ kalım oranını artırır. Depresyon ve anksiyete gibi psikiyatrik semptomlarda azalma ve motivasyonda artış görülür. Uzun yürüyüşler gibi aerobik egzersizlere imkan sağlar”

Kategoriler
Kocaeli Devlet Hastanesi SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde gerçeğini aratmayan tatbikat !

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde gerçeğini aratmayan tatbikat !

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğü Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, İtfaiye ve UMKE katkıları ile geniş kapsamlı bir tatbikat düzenlendi. Gerçeğini aratmayan tatbikatta kimyasal maddeye maruz kalma, yangından insan kurtarma , deprem anında acil müdahale konularında uygulamalar gerçekleştirildi.

GENİŞ KAPSAMLI TATBİKAT
Uygulamada hastanenin üst katlarında kalan hastaların yangın anında tahliyesi, kimyasal maddeye maruz kalan hastalara müdahale konuları ile eş zamanlı olarak hastane içerisinde çıkan bir yangının söndürülmesi durumları tatbikatta gerçekleştirildi. Tatbikatta itfaiye erleri Hastanenin dış cephesine merdiven kurarak dumandan zehirlenen çalışanları kurtardı.

GEÇ KALINMAMALI
Kocaeli Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcısı Nurcan Çubukçu büyük kapsamda bir deprem tatbikatı gerçekleştirdiklerini belirtti. Çubukçu, “tatbikatta deprem sonrası acil servise gelen hastalara müdahale edildi, tanker kazası sonrası toksit maddeye maruz kalan, trafik kazası sorası yaralanan 4 hastaya müdahale edildi. Hastanede çıkan yangın sonucu dumanda etkilenen bir çalışanımıza müdahale edildi. Bir deprem ve yangında yapılmaması gereken tüm çalışmalar özveri ile yerine getirildi. Herkese emeği için teşekkür ediyorum. Tüm önlemlerimizi alıp, olası bir depremden en az hasarla kurtulmak istiyoruz” dedi.

Kategoriler
Kocaeli Devlet Hastanesi SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Kocaeli Devlet Hastanesi’nde “5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü” Dolayısıyla Etkinlik Düzenlendi

Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen ve her yıl 5 Mayıs’ta kutlanan Dünya El Hijyeni Günü Kocaeli Devlet Hastanesi’nde gerçekleşen bir dizi etkinlikle kutlandı.

Etkinlikte hastanenin farklı bölümlerinde interaktif stantlar kurularak el hijyeninin önemi üzerine bilgilendirici sunumlar yapıldı ve katılımcılara doğru el yıkama teknikleri gösterildi.

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

“Kalbin azimle doluysa eğer, engeller hayal ürünüdür.”

Ben Süleyman Aydın evli ve bir çocuk babasıyım. 1985 yılında Giresun’da doğdum 1987 yılında babamın gebze’ye taşınması sonucu Kocaeli ile ilgili yaşantım başladı. ilkokul ve ortaokul eğitimimi Gebze’de, lise eğitimi Gölcük’te , üniversite eğitimim ise Kocaeli üniversitesi beden eğitimi ve Spor yüksekokulunda tamamladım. 2013-2015 yılları arasında Gebze’de çeşitli işlerde çalıştım. 2016 yılında evlendim ve İstanbul kartal’a taşındım. 2017 yılına kadar çeşitli işlerde çalıştım ancak çalıştığım hiçbir işte kendimi o işe ait hissetmedim. 2017 yılı Mart ayında Everest otizm spor ve yaşam akademisi ile tanıştım. özel gereksinimli çocuklarla çalışacaktım. Çalışmaya başladığım daha ilk gün ben burada olmalıyım dedim. ben çocuklar için elimden gelenin en iyisini yapıp, elimden gelmeyen için kendimi ve şartları zorlamalıyım diye düşündüm.

Bu düşüncele çalışmaya ve kendimi geliştirmeye başladım. Kısa sürede stajyerlik eğitimini tamamladım. Hızlıca tüm kademeleri tek tek geçerek bir buçuk sene gibi kısa bir sürede eğitim danışmanlığı görevine getirildim. Yaklaşık 4 sene kadar eğitim danışmanlığı görevini sürdürdüm. Everest spor ve yaşam akademisindeki son bir buçuk yılımı ise eğitim koordinatörlüğü görevini de tamamladım. Daha sonra ailevi şartlar gereği Kocaeli’ye taşınmam gerekti. İşte burada çevren otizm hareket merkezinin hikayesi başladı. Biz bu merkezi kurduğumuzda tüm özel gereksinimli bireylerin ulaşmaya arz ettik. bu zamana kadar edindiğimiz tecrübe ve bilgi birikimini kullanarak özel gereksinimli bireylere maksimum fayda sağlamayı istedik. Gelişim hareket ile başlar. Çevren otizm hareket merkezi olarak Spor ve hareket eğitimini kullanarak psiko-motor becerilerin gelişimini hedeflemekteyiz. Psiko motor becerileri açacak olursak. Bunlar dikkat, güç, tepki hızı, koordinasyon, denge ve esnekliktir.

Dikkat: Duyguları ve düşünceyi bir olay ve nesne üzerinde yoğunlaştırmaktır. çocuk çevresini tanıma ve keşfetme duygusu içerisindedir. çevresinde gördüğü, dokunduğu, hissettiği her şeyi algılar tanıdık kişi ya da eşyayı gözü ile takip eder sese tepki verir. Çocuk dikkat becerisine yeterince sahip değilse öğrenme mümkün olmamaktadır.
Güç: bütün psiko motor davranışların öğrenilmesi bir kuvvet gerektirir. kuvvet bir dirence karşı koyabilme onu yenebilme yetisidir. psikomotor davranışlarda kas ve sinir sisteminin gelişmesi önemli bir yer tutar. karşıt güce karşı koyabilmek ya da direnci yenebilmek için vücudunu etkin bir biçimde kullanan çocuk yürüme, koşma, sıçrama, topa vurma, fırlatma gibi hareketleri gücüyle orantı olarak gerçekleştirir.

Tepki hızı: Duyu organlarımızı harekete geçiren iç ve dış durum değişikliğine uyaran denir. vücudun bu uyaranlara karşı gösterdiği duruma ise tepki denir. Alınan uyaranların kişi tarafından algılanıp anlamlandırılıp verilen tepki sırasında geçen süreye reaksiyon hızı denir. Reaksiyon hızı yaşamsal faaliyetlerimiz açısından büyük öneme sahiptir. Reaksiyon göstermemiz gereken durumlarda zamanlamayı tutturamazsak erken ya da geç tepki verirsek zarar görme ihtimalimiz oluşabilir. Buraya örnek olarak üzerimize doğru gelen bir aracı görüp zamanında tepki vererek aracın önünden uzaklaşmayı söyleyebiliriz.

Koordinasyon: Belli bir amaca ulaşmak için bilinçli psikomotor hareketlilerin devamlılığı ahenkli ve uyumlu çalışmasıdır. psiko motor öğrenme birden fazla organın işbirliğini gerektirir. öğrenilecek davranışları yapacak organlar arasında yeterli koordinasyon kuramayan bireyler o davranışı öğrenemez. organlar arasındaki koordinasyonun artması bedensel olgunluk arttıkça ve etkinlikle ilgili alıştırmalar çoğaldıkça mümkün olacaktır. Buraya örnek verecek olursak gözün, kolların, bacakların, ellerin ve gövdenin koordinasyon içerisinde çalışması sonucu bisiklet sürmek diyebiliriz.

Denge: Bir hareketi veya pozisyonu sürdürme, durumunu devam ettirmektir. Vücut bölümlerini vücudun ağırlık merkezine göre etkili olarak kullanmayı öğrendikçe yürüme koşma ve atlama gibi beceriler gelişir. Denge yaşamsal faaliyetlerimiz açısından büyük öneme sahiptir. Basit bir örnek verecek olursak. Eğer dengemizi yeterince sağlayamazsak basit zemin değişikliklerinde yürürken dengemizi sağlayamayıp düşebiliriz.

Esneklik: Vücudun öne, yana, geriye veya istenilen yönlere eğilme yetisidir. omurga sisteminin ve bacakların yeterli esnekliğe sahip olması gerekir. Esnekliği olmayan çocukların psikomotor davranışlarını öğrenmesi olanaksızdır.

Yukarıda anlattığım psikomotor gelişim elemanları’nın her biri çok önemlidir. biz çevren otizm hareket merkezi olarak çocuklarımızın psiko motor gelişimini önemsemekteyiz. en başta söylediğim gibi gelişim hareketle başlar. Psikomotor gelişimimiz ilerledikçe model alma yöntemini kullanarak biz çocuklarımıza hareket eğitimi ile birçok beceri ve davranışı öğretebiliriz. Bunlara örnek verecek olursak göz kontağı kurma becerisi, bekleme becerisi, atma becerisi, tutma becerisi, atlama becerisi, sıçrama becerisi, el-göz koordinasyonu becerisi, göz-ayak koordinasyonu becerisi, nesne kontrolü becerisi, süreklilik becerisi, zamanlama becerisi, motor taklit beceriler, iletişim becerisi, özbakım becerisi, bisiklet kullanma becerisi, paten kullanma becerisi, masa tenisi oynama becerisi, kort tenisi oynama becerisi, yüzme becerisi, jimnastik becerisi, basketbol oynama becerisi, futbol oynama becerisi, voleybol oynama becerisi gibi birçok beceriyi ve davranışlardır.

Özel gereksinimli bireylerle uzun yıllar çalışmamızın sonucunda edinmiş olduğumuz bazı tecrübeler şunlardır. Bir dakika boyunca basketbol topunu sektirebilen bir çocuk bir dakika boyunca bir kalemle bir kağıda bir şeyler yazabilir ya da boyama yapabilir. Bir dakika bizimle odak kaçırmadan iletişim halinde olabilir. Vermiş olduğumuz herhangi bir sorumluluğu etraftan gelen uyaranlara rağmen yerine getirebilir. Tek ayak üzerinde 10 saniye ayakta kalabilen bir çocuk pantolonunu ayakta giyebilir. Basketbol topu ile baş üstü pas atmayı öğrenen bir çocuk tişörtünü çıkarabilir. Sporun kendi içinde bir disiplini, bir kural öğrenimi vardır. Belli süre spor yapan bir çocuk sınıf ortamında, sınıf ortamına uygun hareket tarzı gösterebilir. Bu söylediklerim çocuklarımız için çok basit örneklerdir. Geçmişte ağır otizm tanısı almış çocuklarımızın sporla bu tanımları kaldırdıklarını çok daha mükemmel seviyelere geldiklerini bizzat gördüm ve yaşadım. Tabii ki henüz otizmin bir tanısı ya da tedavisi bulunmuş değil. Ama bu bizim için çocuklarımızdan vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor. Onlara inancımız sonsuz olmalı. Ben şu düşüncedeyim öğrenemeyecek çocuk yoktur. Öğrenir mi sorusunu sorarsak öğrenemeyecektir.

Eğer nasıl öğretebilirim sorusunu sorarsak mutlaka öğrenecektir. Son olarak da şunu söylemek isterim Everest Spor ve yaşam akademisi kurucusu sayın Ender Öztürk hocam bana çok şey katmıştır. Ondan duyduğum ve çalışmalarıma azim, sabır ve Umut katan şu sözü sizinle paylaşmak isterim ‘kalbin azimle doluysa eğer engeller hayal ürünüdür.”

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Kolay Morarma Hemofi̇li̇ Haberci̇si̇ Olabi̇li̇r

Hemofilinin ömür boyu takip edilmesi gereken kronik bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Işık Odaman Al, “Hemofili kanda pıhtılaşma proteini olarak görev yapan faktör VIII ve faktör IX’un eksikliğidir. Kızlar taşıyıcı, erkekler ise hastadır. Hastaların üçte biri sünnet sonrası uzamış kanama şikayeti ile başvurup tanı alır. Vücutta kolay morarma, kas içi ve eklem içi kanamalar, kan alınan yerden sızıntı şeklinde uzun süren kanama, uzamış adet kanamaları, kafa içi kanaması olan hastalarda hemofili akla gelmelidir” dedi.

Medipol Mega Üniversite Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Işık Odaman Al, 17 Nisan Dünya Hemofili Günü kapsamında önemli açıklamalarda bulundu. Doç. Dr. Işık Odaman Al, hemofilinin kanda pıhtılaşma proteini olarak görev yapan faktör VIII ve faktör IX’un eksikliği olduğunu belirterek “Hemofili A ve hemofili B olarak iki tipi vardır. Hemofili A’da eksik olan, faktör VIII’dir. Tüm hemofili hastalarının yüzde 85’ini oluşturur. Hemofili B’de ise faktör IX eksikliği mevcuttur ve hastaların yüzde 15’ini oluşturur. Hemofili kalıtsal (doğumsal) bir hastalıktır. X’e bağlı çekinik olarak kalıtılır. Yani kızlar taşıyıcı, erkekler ise hastadır. Öte yandan sonradan kazanılmış mutasyonlar da hemofili hastalığına neden olabilmektedir. Toplumdaki sıklığı hemofili A için 5 bin erkek çocukta 1 iken hemofili B için 30 bin erkek çocukta 1’dir” şeklinde konuştu.

Sünnet sonrası uzayan kanamaya dikkat

Hemofili A ve B’de klinik bulguların benzer olduğuna işaret eden Doç. Dr. Işık Odaman Al, şöyle devam etti: “Eklem ve kas içi kanamalar en sık görülen bulgulardır. Hastaların üçte biri sünnet sonrası uzamış kanama şikayeti ile başvurup tanı alır. Hastalık faktör düzeyinin kandaki seviyesine göre ağır (faktör düzeyi (yüzde 1), orta (yüzde 1-5) ve hafif (yüzde 5-40) olarak sınıflandırılır. Klinik bulgular ise hastanın yaşına, faktör düzeyine göre değişir. Ağır hemofilide bulgular daha ciddi olup yenidoğan döneminde ve erken çocukluk döneminde ortaya çıkar. Hastalar emeklemeye ve yürümeye başlama döneminde eklem içi kanamalar ile başvurur. Hafif hemofilide ise bulgular daha ileri yaşlarda, ağır bir travma ya da cerrahi işlem sonrası kanama şeklinde ortaya çıkar. Hastalığın tanısı şüphelenilen kişilerde kan faktör seviyesine bakılarak konulur. Vücutta kolay morarma, kas içi ve eklem içi kanamalar, kan alınan yerden sızma şeklinde uzun süren kanama, sünnet sonrası beklenmedik kanama, uzamış adet kanamaları, kafa içi kanaması olan hastalarda hemofili akla gelmelidir. Tanı konulmasında aile öyküsü mutlaka sorgulanmalıdır. Erken tanı konulması özellikle ağır hemofili hastalarında hayat kurtarıcıdır.”

Ciddi kanama olmadan koruyucu tedavi şart Doç. Dr. Işık Odaman Al, tedavinin esasını eksik olan faktörlerin yerine konulması olduğunu belirterek şu bilgileri verdi: “Günümüzde plazma kaynaklı ve rekombinant olarak üretilen faktör konsantreleri mevcuttur. Ağır hemofili hastalarında ciddi kanamalar gelişmeden koruyucu tedaviye başlanmalıdır. Koruyucu tedavi hemofilinin tipine, hastanın kilosuna, kanama sıklığına ve şiddetine ve faktör düzeyine göre bireyselleştirilir. Genellikle haftada 1 olarak başlanıp, haftada 3’e kadar arttırılır. Bu tedavide amaç hastanın kan faktör seviyesini yüzde 1’in üzerinde tutmak ve ciddi kanamaların önüne geçmektir. Diğer tedavi şekli ise ‘kanadıkça’ olarak isimlendirilen hastanın kanaması olması durumunda uygulanan faktör yerine koyma tedavisidir. Faktör konsantreleri hastalara damar içi infüzyon yolu ile uygulanmaktadır. Hemofili ömür boyu takip edilmesi gereken kronik bir hastalıktır. Bu süreçte hasta ve ailesinin bilgilendirilmesi ve tedaviye uyumu çok önemlidir. Hastalar hematoloji, fizik tedavi, ortopedi hekimi, fizyoterapist, psikolog gibi bir çok disiplinden profesyonel uzmanlarca takip edilmelidir. Hastalar hastalığın ismi, ağırlık derecesi, kullandığı faktör konsantresi, takip eden merkez ve hekimin bilgilerini içeren kimlik kartları taşımalıdır. Tedavide amaç hayatı tehdit eden, ani gelişen kas içi, beyin içi kanamaların önüne geçmek olduğu kadar, uzun vadede hastaların bebeklikten, erken çocukluk, okul dönemi, ergenlik ve erişkin dönemlerine geçişte karşılaşabileceği kronik sorunları da tespit edip çözmektir. Tekrarlayan eklem içi kanamalar kısa ve uzun vadede hastaların hayat kalitesini önemli düzeyde etkilemektedir.”

Uzun dönemde sakatlığa ve psikolojik sorunlara yol açabilir Tekrarlayan kanamalarda uzun dönemde sakatlığa yol açabileceğine dikkati çeken Doç. Dr. Işık Odaman Al, “Tekrarlayan kanamalar sonucu eklem içinde inflamasyon (yangı) oluşmakta ve kısa dönemde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığına; uzun dönemde ise eklem hareket yeteneğinin kaybına yani sakatlığa neden olmaktadır. Bu tür sakatlıklar ise hastalarda fiziksel aktivitede azalmaya ve osteoporoz, obezite, sosyolojik ve psikolojik sorunlara da neden olur. Fiziksel aktivite her yaş grubunda oldukça önemlidir ve desteklenmelidir. Böylece sinir ve kas gelişimi desteklenir ve eklem hareket açıklığı artar. En çok önerilen sportif aktiviteler yürüyüş ve yüzmedir. Erken çocukluk döneminde hastaların aşıları aşı takvimine uygun olarak yapılır. Ancak kas içi yerine cilt altı uygulama tercih edilmelidir. Eğer kas içi uygulama zorunlu ise koruyucu olarak uygulanan faktör tedavisi ile aynı güne denk getirilmeli ve aşı sonrası aşı uygulanan bölgeye baskı uygulanmalıdır. Okul dönemindeki hastalar için ise okul yönetimi ve öğretmenleri hastalığın tedavisi ve acil durumlar hakkında bilgilendirilmelidir. Aile ve öğretmen iş birliği içinde olmalı ve çocuk bu dönemde psikososyal olarak desteklenmelidir. Ergenlik dönemi ise tedaviye uyumun en çok bozulduğu dönemdir. Hastalar kronik sürecin vermiş olduğu bıkkınlık, kanama ataklarının eskisi kadar sık olmaması, bağımsız olma arzusu gibi nedenler ile tedavilerini aksatabilmektedir. Son yıllarda klasik faktör uygulamalarının yanı sıra uzun yarı ömürlü faktörler, faktör VIII’ e benzer etki gösteren bisipesifik antikor (Emicizumab) ve faktör dışı tedaviler geliştirilmiştir. Emicizumab henüz ülkemizde kullanım onayı almamıştır. Gen tedavisi çalışmaları ise devam etmektedir” değerlendirmesi yaptı.

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Vücut direnci için suyu ihmal etmeyin

Uzman Diyetisyen Orçun Kürüm, hastalıkların yoğun yaşandığı kış aylarında vücudu güçlü tutmak için su içmenin oldukça önemli ve koruyucu etkisi olduğunu vurguladı.İSTANBUL (İGFA) – Kış aylarında yeterli sıvı alımının sağlanması, sağlık için oldukça önemli. Uzman Diyetisyen Orçun Kürüm, suyun vücudu doğru şekilde hidrate etmesinin, bağışıklık sisteminin etkin çalışmasını desteklediğini belirtti. Kış aylarında grip ve soğuk algınlığı gibi hastalıklar daha sık görüldüğünden, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi büyük önem taşıdığına dikkati çeken Kürüm, “Yeterli sıvı alımı, aynı zamanda vücudun detoksifikasyon sürecini hızlandırır ve mukus zarlarını nemli tutar. Bu durum, virüslerin solunum yoluyla vücuda girmesini önleyebilir. Yeterli miktarda su tüketmek, metabolizmanın verimli çalışmasına katkı sağlar ve enerji seviyelerini korur, bu da kilo yönetimi açısından da faydalıdır” dedi. “SARIMSAK VE ZENCEFİL SOFRANIZDAN EKSİK OLMASIN” Kış aylarında su içmenin yanı sıra virüslerden korunmak için beslenmenin de önemini vurgulayan Orçun Kürüm, “Günlük diyetinizde dengeli bir şekilde protein bakımından zengin yumurta, baklagiller, süt ürünlerine yer vermek bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur. Tabağınızda renkli sebze ve meyvelere yer açarak, vitamin ve mineral açısından zengin, antioksidan içerikli seçimlerle bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirebilirsiniz. Özellikle C vitamini turunçgiller, kırmızı biber, çilek, E vitamini badem, fındık ve vücut için gerekli çinkoyu kabak çekirdeğiyle yoğurt içeren gıdaları tüketerek alabilirsiniz.” dedi. Antiinflamatuvar özellikleri olan sarımsak ve zencefili yemeklerden eksik etmemek gerektiğini belirten Kürüm, hastalıkların yoğun olduğu bu dönemde ek takviye olarak D vitamini, probiyotik ve propolisin düzenli kullanmasının bağışıklığı güçlendirmeye destek olduğunu ifade etti.

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

3 Mart Dünya Omega 3 Gününde Anlamlı Mesaj: “Deni̇zleri̇mi̇z Kalp Damar Sağlığı İçi̇n Önem Arz Edi̇yor”

Denizler, kalp damar sağlığı için önem arzediyor.

Orzaks İlaç, Türk Kardiyoloji Derneği, Türkiye Çevre Eğitim Vakfı ve Deniz Yaşamını Koruma Derneği’nin 3 Mart Dünya Omega 3 Günü özelinde düzenledikleri etkinlikte, denizlerin temizliğinin sağlığımızla ilişkisi vurgulandı. Orzaks İlaç Genel Müdürü Yunus Emre Alimoğlu, “3 Mart Dünya Omega 3 Günü’nde denizlerimizin temizliği, su altı yaşamının çeşitliliği ve Omega 3’ün kalp sağlığımız için önemine dikkat çekmek istedik” dedi.

Kalp sağlığı, bağışıklığı güçlendirme, göz ve beyin sağlığını destekleme, trigliserid ve kan basıncı seviyelerini düşürme, romatizmal eklem iltihabına iyi gelme ve depresyonun etkilerini azaltarak ruh sağlığını iyileştirme gibi vücudumuzda çok çeşitli faydalı etkileri olan Omega 3’e dikkat çekmek için tüm dünyada 3 Mart tarihinde Dünya Omega 3 Günü etkinlikleri düzenleniyor.

Vücudumuzda pek çok farklı sistemde kritik rol üstlenen Omega 3, en fazla sardalya, hamsi, somon, uskumru, istiridye, ringa ve havyarda bulunuyor. Türkiye Beslenme Rehberi verilerine göre 19-50 yaş arasındaki kadınların günlük 1,1 gr, erkeklerin 1,6 gr Omega 3 tüketmesi öneriliyor.

Proje kapsamında Deniz Yaşamını Koruma Derneği’nin Türkiye’de bir STK’ya ait tek Mavi Bayraklı tekne ve yine Türkiye’deki 10 Mavi Bayraklı tekneden biri olan Valmira isimli yelkenli ile Marmara Denizi’nde profesyonel dalgıç ekibi ile dalış gerçekleştirildi. Yapılan dip temizliğinin ardından, Alimoğlu’nun da içinde yer aldığı ekip ile birlikte denizden çıkarılan çöpler ayrıştırılarak geri dönüşüme kazandırıldı. Ayrıca hayalet ağlara takılan deniz canlıları kurtarılıp tekrar sulara bırakıldı.

6 dalıcı ile yaklaşık 400 m2 bir alanda 6 dalıcı ile ortalama 6 metre derinliği 37 dakikalık bir dalıştan 7 çuval plastik, cam, metal, ambalaj vb. çöp çıkarıldı. Bunların yanı sıra büyük plastik ve metal parçalar ve deniz dibine terk edilmiş bir hayalet av aracı da çıkarıldı.

“Toplum sağlığına ve çevreyi yaşanabilir hale getirmeye odaklanıyoruz”

Sadece ticari başarı elde etmekle kalmayıp topluma karşı sorumluluklarını da yerine getirdiklerini kaydeden Alimoğlu, “Bugün topluma katkı sağlama adına ülkemiz için çok değerli STK’ların desteğiyle Mavi Bayrak Mavi Kalp projemizi hayata geçiriyoruz. Aynı amaç için toplandığımız Türk Kardiyoloji Derneği, Deniz Yaşamını Koruma Derneği, Türkiye Çevre Eğitim Vakfı’na katkıları ve destekleri için çok teşekkür ediyorum” dedi.

Alimoğlu, “Mavi Bayrak Mavi Kalp projesi bizim için çok kıymetli bir şeyi işaret ediyor “Omega 3”. Bazı omega 3 takviyeleri, balıklardan veya deniz ürünlerinden elde edilir. Günümüzde deniz kirliliği, bu tür takviyelerin güvenliği ve kalitesi üzerinde endişelere yol açabilir. Balık yağı veya diğer deniz kaynaklı omega 3 takviyeleri, kirlilik seviyelerini kontrol etmek ve güvenliği sağlamak için titizlikle işlenmelidir. Tam da bu sebeplerden dolayı deniz temizliğin de farkındalık oluşturarak gelecek nesillere karşı olan sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlatıyoruz. 3 Mart Dünya Omega 3 Günü’nde denizlerimizin temizliği, su altı yaşamının çeşitliliği ve omega 3’ün kalp sağlığımız için önemine dikkat çekmek istedik. Hep birlikte, daha iyi bir dünya için adım atıyoruz” şeklinde konuştu.

“Deniz yaşamını korumak için çalışıyoruz”

Projeye destek olan Deniz Yaşamını Koruma Derneği Başkanı Volkan Narcı ise “Deniz yaşamını sürdürülebilir ve adil yöntemlerle korumak, bu yolda bilimsel çalışmalar ve projeler üretmek için misyonumuz; denizlerin, dolayısıyla doğa ve insan hayatının yaşanabilirliğini ve sürdürülebilirliğini güçlendirmek için doğayla birlikte çözümler üretmek ve uygulamaya geçirmektir. Denizlerimizin akciğeri olan Mercan Resiflerinin restorasyonu, korunması, Tavşan Adası’nın deniz koruma (MPA) ile korunan alanlar oluşturulması, su altı ve su üstünde yaşayan canlıların yaşayabilmesi için hayalet ağların temizlenmesi gibi çalışmaları Marmara Denizi’miz için hayata geçirirken, diğer denizlerimiz için de çalışmaya devam ediyoruz” açıklamasını yaptı.

Uluslararası partnerleri, kamu, özel sektör ve sivil toplumu bir araya getiren çalışmalar yürüttüklerini aktaran Volkan Narcı, “Akdeniz, Ege ve Karadeniz deniz yaşamını korumak ve etki oluşturmak için birlikte çalışıyoruz. Binlerce gönüllümüz ile milyonlarca yaşama dokunduğumuzun farkındalığı ile deniz dibi temizlikleri yaparak da birlikte fark oluşturmaya devam ediyoruz” dedi.

“Denizlerimiz önemli bir besin kaynağı sağlamasının yanı sıra ruhumuza da hitap ediyor’’

Türk Kardiyoloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan, “Sağlıklı bir kalp için psikososyal ve çevresel faktörlerin önemi yadsınamaz. Üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemizde denizlerimiz, soluduğumuz oksijenin yüzde 70’inin kaynağı olması sebebiyle olmazsa olmazımız. Ayrıca Omega 3 kaynağı olan denizlerimiz insanımızın kalp damar sağlığı için çok yararlı olan yüzme sporunu yapabilmesi ve barındırdığı çeşitli balık ve canlı türleri ile önemli bir besin kaynağı olması yanı sıra ruhumuza da hitap ediyor” şeklinde konuştu.

‘’Çevre sağlığı olmadan, insan sağlığı olmaz’’

Türkiye Çevre Eğitim Vakfı Genel Müdürü Almıla Kından Cebbari, “Çevre sağlığı olmadan insan sağlığı olmaz sloganı ile faaliyetlerimizi yürüttüğümüz Uluslararası Mavi Bayrak Programı’nda, denizlerin sağlığının insan sağlığı için ne kadar önemli olduğunu her fırsatta anlatmaya çalışıyoruz. Sağlıklı bir kalp ve vücut için gerekli olan Omega 3 için de en önemli kaynak konumunda. Dünyayı ve denizleri temiz tutmak istiyorsak bu, tek başına bir kurum veya kuruluşun başarabileceği bir şey değil, tüm toplum ve kurumlar birlikte hareket etmeye ihtiyacımız var. Bu birlikteliğin bir parçası olan tüm paydaşlarımıza destekleri için teşekkür ederiz” dedi.

“Toplumsal ve çevresel sorumluluğumuzu yerine getirmek için kararlıyız”

Orzaks İlaç Pazarlama Direktörü Müge Turan, “Toplum sağlığına ve çevreye karşı sorumluluklarımızın bilinciyle hayata geçirilen ‘Mavi Bayrak Mavi Kalp’ projesini duyurmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. 3 Mart Dünya Omega 3 Günü’nde denizlerimizin temizliği, su altı yaşamının çeşitliliği ve Omega 3’ün insan vücudunun normal fonksiyonlarındaki önemine dikkat çekmek, projedeki öncelikli amacımız. Bu projenin yanı sıra, çevresel sürdürülebilirlik, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine bağlı kalarak, projelerimizin devamlılığı şirket misyonumuz için de önemli bir nokta olarak konumlanmaktadır” dedi.

Telefon
WhatsApp
Exit mobile version