Kategoriler
Tüm Sağlık Haberleri Sağlık Haberleri

“Her 3 çocuktan biri akran zorbalığı yaşıyor”

Akran zorbalığının dünyada yaygın bir sorun olduğunu belirten Uzman Klinik Psikolog Büşra Pekkoç Baskıcıoğlu, “Araştırmalar, dünya çapında çocukların yaklaşık üçte birinin hayatlarının bir döneminde akran zorbalığına maruz kaldığını göstermektedir. Akran zorbalığıyla başa çıkabilmek için çocuklara zorbalıkla başa çıkma stratejileri öğretilmeli, güçlü sosyal bağlar kurmalarına yardımcı olunmalı ve aile-okul iletişimi güçlendirilmelidir” dedi.

Medical Park Ataşehir Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Büşra Pekkoç Baskıcıoğlu, akran zorbalığı hakkında açıklamalarda bulundu. Akran zorbalığının tanımını yapan Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, “Akran zorbalığı, bireyin yaşıtları tarafından sürekli ve kasıtlı olarak fiziksel, sözel, sosyal veya dijital yollarla zarar görmesi ya da baskı altında tutulmasıdır. Fiziksel saldırılar, alay etme, dışlama, tehdit etme, dedikodu yayma ve siber zorbalık gibi birçok farklı formda ortaya çıkabilir” diye konuştu.

“Siber zorbalıkta da ciddi artış var”
Akran zorbalığının dünyada yaygın bir sorun olduğunu dile getiren Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, “Araştırmalar, dünya çapında çocukların yaklaşık üçte birinin hayatlarının bir döneminde akran zorbalığına maruz kaldığını göstermektedir. Türkiye’de yapılan çalışmalarda ise öğrencilerin yüzde 20-35’inin zorbalık mağduru olduğu, yüzde 10-20’sinin ise zorbalık yapan taraf olduğu belirlenmiştir. Özellikle internetin yaygınlaşmasıyla birlikte siber zorbalık oranlarında ciddi bir yükseliş görülmektedir” şeklinde konuştu.

“Aile içi şiddet zorbalığa neden olabilir”
Zorbalığın sebeplerinden bahseden Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, “Zorbalığın nedenleri arasında aile içi şiddet, yetersiz ebeveyn ilgisi, düşük özsaygı, sosyal beceri eksiklikleri, okul ortamındaki denetimsizlik ve toplumda şiddetin normalleştirilmesi gibi faktörler yer almaktadır. Zorbalık yapan bireyler genellikle kendilerini güçlü hissetmek, dikkat çekmek veya başkalarına üstünlük sağlamak amacıyla bu tür davranışlarda bulunurlar” dedi.

“İlkokul ve ortaokul dönemlerinde sık görülür”
Akran zorbalığının hangi yaşlarda daha sık görüldüğüne değinen Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, “Akran zorbalığı genellikle okul öncesi dönemde başlar ancak en belirgin ve yaygın olarak ilkokul ve ortaokul dönemlerinde görülür. Lise döneminde de devam edebilir, ancak türü ve şekli değişebilir. Araştırmalara göre, akran zorbalığı en çok 7-15 yaş aralığında yaygın olarak görülmektedir. İlkokulun son yılları ve ortaokul dönemi, zorbalığın en sık yaşandığı dönemlerdir” açıklamasında bulundu.

“Akran zorbalığına uğrayan bireyde yalnız kalma isteği olabilir”
Akran zorbalığında görülebilecek belirtilerden bahseden Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, “Akran zorbalığına maruz kalan çocuklarda içine kapanıklık, kaygı ve depresyon belirtileri, okula gitmek istememe, akademik başarının düşmesi, fiziksel yaralanmalar, sosyal ortamlardan kaçınma, yalnız kalma isteği, uyku ve yeme düzeninde bozulmalar, özsaygı ve özgüvende düşüş gibi belirtiler görülebilir” dedi.

“Uzman desteği alınmalı”
Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, zorbalık mağduru bir çocuğa nasıl yaklaşılması gerektiği hakkında şu bilgileri paylaştı:
“Zorbalığa uğrayan çocuğa destekleyici ve anlayışlı bir şekilde yaklaşmak önemlidir. Öncelikle çocuğun hissettiklerini anlamak ve onu suçlamadan dinlemek gerekir. Daha sonra öğretmenler, okul yönetimi ve gerekirse bir uzmandan destek alınmalıdır. Çocuğa kendini savunma ve sosyal beceriler kazandırma konusunda rehberlik edilmelidir. Akran zorbalığına uğrayan çocuklar ilerleyen yaşlarda düşük özsaygı, depresyon, anksiyete bozuklukları, akademik başarısızlık, sosyal izolasyon ve hatta travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlarla karşılaşabilirler. Ayrıca, bazı bireylerde saldırgan davranışlar geliştirme veya başkalarına zorbalık yapma eğilimi de görülebilir.”

“Çocuklara empati ve sosyal beceriler kazandırılmalı”
Uzm. Klnk. Psk. Baskıcıoğlu, akran zorbalığıyla başa çıkabilmeleri için ebeveynlere şu önerilerde bulundu:

“Akran zorbalığıyla başa çıkabilmek için çocuklara zorbalıkla başa çıkma stratejileri öğretilmeli, güçlü sosyal bağlar kurmalarına yardımcı olunmalı ve aile-okul iletişimi güçlendirilmelidir. Akran zorbalığını önlemek amacıyla ise aileler, eğitimciler ve toplum iş birliği yapmalı; okullarda zorbalık karşıtı programlar düzenlenmeli, çocuklara empati ve sosyal beceriler kazandırılmalıdır. Ayrıca, aileler çocuklarının davranışlarını yakından gözlemlemeli ve dijital ortamda karşılaştıkları içerikleri kontrol etmelidir. Gerekirse, psikolojik destek de alınarak çocukların güvenli ve sağlıklı bir ortamda gelişmeleri sağlanmalıdır. Akran zorbalığı, bireylerin gelişimi üzerinde uzun vadeli etkiler bırakabilen ciddi bir problemdir. Bu konuda farkındalığı artırmak ve etkili çözümler üretmek, daha sağlıklı bir toplum oluşturmanın önemli bir parçasıdır.”

Kategoriler
Sağlık Haberleri

Bahar aylarında sizi bekleyen hastalıklara şimdiden önlem alın

Mevsim geçişlerinde yaşanan ısı değişimleri birçok hastalık gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarına da zemin hazırladığını belirten uzmanlar, zayıflayan bağışıklık sistemiyle birlikte vücut direncinin düşmesi, bu dönemlerde üst solunum yolu enfeksiyonlarında artış yaşanmasına sebep olabileceği söyledi.

Üst solunum yolu enfeksiyonları, dünyada en çok görülen ve en fazla iş gücü kaybına neden olan hastalıkların başında geldiğini belirten Op. Dr. İdil Öztürk, “Üst solunum yolu enfeksiyonuna sebep olan faktörler virüslerdir. Virüslerin zayıf düşürdüğü bireylerde diğer bakteriyel enfeksiyonlar da görülebilir. En çok bilinen üst solunum yolu enfeksiyonları nezle ve grip olmakla birlikte; bu hastalıklar sinüzit, bademcik iltihabı, orta kulak iltihabı ve larenjite neden olabilir” dedi.

“Havasız ortamda bulunmak enfeksiyon riskini artırır”

Üst solunum yolu enfeksiyonuna yatkınlığı artıran faktörleri anlatan Medicana Bursa Hastanesi KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Bölümü Op. Dr. İdil Öztürk, “Alerjik bünyeye sahip olmak, burun kemiği eğriliği veya konka büyüklüğü gibi anatomik sorunlar sebebiyle ağızdan nefes alıp verme, sigara içme, düzensiz beslenme gibi faktörler riski artırabilir. Bu hastalıklar daha çok mevsim geçişlerinde ve kalabalık ortamlarda sık görülür. Yakın mesafeden konuşma, öpüşme, öksürme sonucunda bulaşırlar. Bulunulan ortamda havalandırmanın yetersiz olması da bulaşı kolaylaştırır. Virüs, bulaşı olan yüzeylere temas sonrası ellerin yıkanmaması ile de geçebilir” diye konuştu.

“Nezlede antibiyotik gereksiz”

Op. Dr. İdil Öztürk, erişkinlerde sıkça görülen üst solunum yolu enfeksiyonlarının başında nezlenin geldiğini söyleyerek, şöyle devam etti;

“Nezle birden çok virüsün yol açtığı, kişiden kişiye bulaşan, üst solunum yollarını tutan hafif seyirli bir hastalıktır. Üşütme, soğuk algınlığı olarak da bilinir. Sigara içenlerde daha sık görülmez fakat ağır seyreder. Bir insan, ömrü boyunca yaklaşık olarak 300 defa nezle olur. Hafif ateş, burun akıntısı, hapşırma bazen öksürük, en sık rastlanan belirtilerdir. Özel bir tedavisi yoktur. Komplikasyon gelişmezse hastalık kendini sınırlar ve ortalama bir hafta sürer. Antibiyotik kullanımı gereksizdir. Burunu açmak için okyanus suyu içeren spreyler, bazen ateş düşürücü-ağrı kesiciler, destekleyici tedavi olarak uygulanır. Hastayı izleyen doktor ikincil bakteri enfeksiyonu eklendiğini görürse antibiyotik başlayabilir.”

“Gripten aşıyla korunmak mümkün”

Üst solunum yolu enfeksiyonlarından gribin ani olarak yüksek ateşle başladığını söyleyen Op. Dr. İdil Öztürk, “Grip öksürük, boğaz ağrısı, baş ve kas ağrıları, bitkinlik, burun akıntısı veya tıkanıklığı ile kendini gösterir. Ateş ise genellikle 5 gün ya da 1 hafta sürer. Tanıda grip benzeri hastalık belirtileri olan ve bu şikâyetlerden herhangi biri ile başvuran olgulardan boğaz, burun ya da geniz süprüntüsü alınarak yapılan hızlı tarama testleri kullanılabilir. Tedavide dinlenme çok önemlidir. Ateş düşürücüler, bol sıvı tüketimi ve iyi beslenme önemlidir. Tedavi için bazı antiviral ilaçlar kullanılabilir ancak etki için tedaviye hızlı başlanması gerekir ve hastalığın seyrini ancak 1-2 gün kısaltır. Bu yüzden ilaç kullanımı daha ciddi enfeksiyonlar açısından risk taşıyan çocuklar veya hastaneye yatırılması gereken vakalar için önerilmektedir. Grip, bazı insanlar için daha tehlikelidir. Bebekler ve küçük çocuklar, 65 yaş ve üzerinde olanlar, gebeler, bazı hastalıklara sahip kişiler ve bağışıklık sistemi zayıflamış olanlar en yüksek risk altındadır. Gripten korunmanın en etkin yolu, grip aşısıdır” şeklinde konuştu.

“Tonsilit, bronşite sebep olabiliyor”

Üst solunum yolu enfeksiyonları arasında tonsilit ve farenjittin olduğunu ifade eden Op. Dr. İdil Öztürk, “Belirtileri yüksek ateş, boğaz ağrısı-yutkunma zorluğu, halsizlik-kırgınlık, baş-eklem-kas ağrıları, öksürük ve bazen de boyunda lenf bezlerinin şişmesidir. Bronşit ve zatürre önemli komplikasyonlardandır. Bakteriyel sebeplerle oluşan farenjitte hastalık daha ağır seyreder. Yapılan fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri sonucu etkenin bakteri olduğu düşünülürse uygun antibiyotik tedavisi başlanmalıdır” dedi.

“Orta kulak iltihabı en çok 6-18 aylık arasındaki çocuklarda görülüyor”

Mevsim geçişlerinde orta kulak iltihabının da sıkça görüldüğüne değinen Op. Dr. İdil Öztürk, şöyle devam etti;

“Çocuklarda orta kulak enfeksiyonu daha sık görülür. Sıklıkla nezle, grip gibi enfeksiyonları takiben gelişen ikincil bakteriyel enfeksiyon şeklindedir. En sık 6-18 ay arasındaki çocukları etkiler. 6 yaşından sonra hastalık sıklığında bariz azalma görülür. Çocukta huzursuzluk, sık ağlama ve kulaklarını tutma gibi belirtiler olur. Genellikle bakteriyeldir ve doktor kontrolünde antibiyotik tedavisi gerekebilir.”

Sinüzitin de üst solunum yolu enfeksiyonlarının arasında olduğuna dikkat çeken Op. Dr. İdil Öztürk, “Yüz kemiklerinin içerisinde sinüs adı verilen hava boşluklarının iltihabına sinüzit adı verilir. Viral enfeksiyonlardan sonra 7-10 günde tam iyileşme beklenirken genellikle burun doluluğu ve öksürük artışı olur. Büyük çocuklar ve erişkinlerde baş ve yüz ağrıları görülebilir. Antibiyotik tedavisi gerekebilir” diye konuştu.

Kategoriler
Sağlık Haberleri SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

Tiroit hastalarına önemli uyarı

Tiroit hastalarının Ramazan ayında ilaçlarını nasıl kullanması gerektiğini belirten Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Sibel Temiz, “Tiroit ilacı kullanan hastalar, ilaç tedavileri hekimleri tarafından uygun şekilde düzenlenerek, ilaçlarını sahurda veya iftarda almak kaydıyla oruç tutabilirler” dedi.

VM Medical Park Gebze Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Sibel Temiz, tiroit hastalarının Ramazan’da nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında açıklamalarda bulundu. Tiroit hastalıklarının kısaca ne olduğundan bahseden Uzm. Dr. Temiz, “Tiroit hastalıkları hipotiroidi (tiroidin az çalışması) veya hipertiroidiye (tiroidin aşırı çalışması) yol açan tiroit hormon dengesinin bozulduğu hastalıkların yanında nodüler tiroit, guatr gibi tiroit hormonlarının etkilenmediği farklı tablolardan da oluşan bir hastalık grubudur” dedi.

“Her hastanın tıbbi durumuna göre oruç tutması gerekir”

Tiroit hastalarının oruç tutup tutmayacağı konusunda bilgi veren Uzm. Dr. Temiz, “Tiroitte nodül varlığı eğer tiroit hormonlarını etkilemiyor ve tiroit ilacı kullanımı gerektirmiyorsa oruç tutmasına engel değildir. Hipotiroidi ve hipertiroidide ise bozulmuş olan tiroit hormon dengesinin uygun ilaç tedavisiyle yeniden sağlanmış ve hastalığın kontrol altına alınmış olması bu hastaların güvenle oruç tutabilmesi için gereklidir. Tiroit hormonlarının dengede olmaması, özellikle de yandaş hastalıklar varlığında oruç tutulması hasta için riskli olabilir. Bunun yanında tiroit kanseri dolayısıyla ameliyat olan ve tiroit değerleri katı bir aralıkta tutulması gereken hastalarda da oruç tutulması risk oluşturabilir. Her tiroit hastasının tıbbi durumunun farklı olduğunu unutmamalıyız. Bundan dolayı oruç tutmak isteyen tiroit hastalarının öncesinde mutlaka takipli oldukları hekime oruç tutmalarının uygun olup olmadığı yönünde danışması ve hekimin önerilerine uyması gerekmektedir” diye konuştu.

“Sahurda veya iftarda ilaçlar alınabilir”

Tiroit hastalarının Ramazan ayında ilaçlarını nasıl kullanması gerektiğini de söyleyen Temiz, “Günümüzde hipotiroidi hastalarını sıkça görmekteyiz. Bu hastaların kullandığı levotiroksin içeren ilaçların emilimi için gerekli olan faktörlere Ramazan ayında da dikkat edilmesi tiroit değerlerinin bozulmaması için önemlidir. Tiroit ilacı kullanmakta olan hastalar, ilaç tedavileri hekimleri tarafından uygun şekilde düzenlenerek, ilaçlarını sahurda veya iftarda almak kaydıyla oruç tutabilirler. Levotiroksini sahur yemeğinden 30 dakika önce aç karnına içilmeli ve öncesinde de mümkün olduğunca uzun bir gece açlığı olmasına dikkat etmeliyiz. Normalde levotiroksin 8-10 saat gece açlığı sonrası sabah aç içilmelidir. Ramazan’da iftar-sahur arasında 8 saatlik açlığı sağlamak zor olsa da gece geç saatlerde yemek yememeye özen gösterilmelidir. Levotiroksin ilacının emilimini olumsuz etkileyen mide koruyucu, asit giderici mide ilaçları, demir ve kalsiyum gibi minerallerin sahurda alınmamasına dikkat edilmelidir. Hipertiroidi hastalarının kullandığı antitiroit ilaçları ise günlük dozunu değiştirmeden bölerek sahurda ve iftarda yemekle beraber alınmasında bir sakınca yoktur” şeklinde konuştu.

“Ramazan’da beslenme önerileri”

Tiroit hastalarının Ramazan ayında nasıl beslenmesi gerektiğini de anlatan Uzm. Dr. Temiz, “Sağlıklı çalışan bir metabolizma için yeterli su tüketimi Ramazan’da da çok önemlidir. Günde 2-2.5 litre olmak üzere su tüketimini iftar-sahur arasında zamana yayarak sağlamalıyız. Hipotiroidi hastalarında sıklıkla karşılaşılan kabızlık sorununda da yeterli su tüketimi önemlidir. Su tüketiminin yanında özellikle meyve ve sebzelere beslenmemizde yer vererek yeterli lif alımı da sağlanmalıdır” dedi.

Kategoriler
Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Uzmanından böbrek sağlığı uyarısı: “Sık görülen bir hastalık”

Böbrek hastalığının dünyada ve Türkiye’de sık görülen bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Betül Kalender Gönüllü, “Böbrek hastalığından korunmak için sağlıklı beslenmek, hareketli olmak, ideal vücut ağırlığımızı korumak, kan basıncı ve kan şekerimizi ölçtürmek, tuzu azaltmak gerekmektedir” dedi.

VM Medical Park Kocaeli Hastanesi Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Betül Kalender Gönüllü, 13 Mart Dünya Böbrek Günü dolayısıyla böbrek hastalığı ve sağlığı hakkında açıklamalarda bulundu.

Böbreklerin vücuttaki önemli organlardan biri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gönüllü, “Yaşamımızın sürdürülmesinde, genel sağlığımızın korunmasında çok önemli görevleri vardır. İdrar oluşturarak kandan toksinleri ve fazla sıvıyı uzaklaştırırlar, kan basıncı kontrolünü sağlarlar. Kırmızı kan hücrelerinin üretiminden, D vitamininin aktifleşmesinden sorumludurlar. Böbrek hastalığında, yaşam süresini kısaltan kalp damar hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Kısaca böbrekler vücudumuzdaki her organı, her hücreyi etkileyecek işlevlere sahiptir” dedi.

“Sık görülen bir hastalıktır”

Böbrek hastalığının dünyada ve Türkiye’de sık görülen bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Gönüllü, “Erken evrelerde genellikle belirti vermez. Böbrek hastalığına erken evrelerde tanı koyabilirsek, diyaliz/nakil gerektirecek aşamaya ilerlemesini durdurabiliriz. Diyabet, hipertansiyon, obezite, kalp damar hastalıkları, tekrarlayan böbrek taş hastalığı, ailede böbrek hastalığı olması gibi böbrek hastalığı riskinin yüksek olduğu kişilerde, basit kan ve idrar testleri ile erken evre/gizli böbrek hastalığı kolaylıkla tespit edilebilir. Erken evre böbrek hastalarında hastalığın ilerlemesini durduracak pek çok tedavi seçeneği vardır” diye konuştu.

“Tuz tüketimi azaltılmalı”

Böbrek hastalığını tedavi etmek yerine, bu hastalığı önlemenin daha sosyal ve ekonomik bir yaklaşım olduğunu belirten Gönüllü, “Böbrek hastalığından korunmak için, sağlıklı beslenmek, hareketli olmak, ideal vücut ağırlığımızı korumak, kan basıncı ve kan şekerimizi ölçtürmek, tuzu azaltmak gerekmektedir. Yeterli su içmek, sigaradan ve alkol tüketiminden kaçınmak, reçetesiz ilaç veya bitkisel ürün kullanmamak da önemlidir” ifadelerini kullandı.

“Düzenli kontroller yapılmalı”

Düzenli kontrollerin önemine de dikkat çeken Prof. Dr. Gönüllü, “Böbrek sağlığımızı korumak için, sağlıklı yaşam tarzını benimsemeliyiz. Eğer böbrek hastalığı risk grubundaysak, erken tanı için böbreklerimizi düzenli olarak kontrol ettirmeliyiz” şeklinde konuştu.

Kategoriler
Sağlık Haberleri SAĞLIK Tüm Sağlık Haberleri

BAH Darıca Hastanesi, Sağlık Bakanlığı’nca ’Obezite Cerrahi Uygulama Merkezi Belgesi’ ile tescillendi

Büyük Anadolu Hastaneleri(BAH), obezite cerrahisi ameliyatlarında, Sağlık Bakanlığı tarafından uygun görülen ‘Obezite Cerrahi Uygulama Merkezi Tescil Belgesi’ ile tescillendi.

Tescil belgesi, obezite tedavisinde etkin ve sürdürülebilir mücadelenin uygulanması için, obezite hastalarını multidisipliner bir yaklaşım modeli ile tedavi etmek amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından kriterleri sağlayan hastanelere veriliyor. Yeni yönetmelik gereği Sağlık Bakanlığı Tescil Belgesi alan hastanelerde, obezite ve metabolik cerrahi yapılmasına izin veriliyor.

Büyük Anadolu Hastaneleri, uzun yıllara dayanan deneyim, uzman kadro, donanım ve hasta memnuniyeti odaklı hizmetleriyle sektörde referans hastaneler olma yolculuğuna, Sağlık Bakanlığı tarafından uygun görülen ‘Obezite Cerrahi Uygulama Merkezi Tescil Belgesi’ni de alarak güvenle yoluna devam ediyor.

“Türkiye’de bakanlık tarafından tescilli sayılı hastanelerden birisi”

Obezite cerrahisi ameliyatları konusunda bölgenin önemli sağlık kuruluşlarından biri olan Büyük Anadolu Darıca Hastanesi Tıbbi Direktörü Prof. Dr. Mustafa Şahin, Sağlık Bakanlığı tarafından verilen tescil belgesi hakkında açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Şahin, “Darıca ve Samsun’da bulunan hastanelerimiz, birçok hastalığa zemin hazırlayan ve kendisi de başlı başına hastalık olarak değerlendirilen obezitenin tedavisini multidisipliner bir bakış açısıyla gerçekleştirmektedir. Darıca hastanemiz yapmış olduğumuz tüm alt yapı çalışmaları sonrasında, Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık müdürlüğü yetkililerince yerinde yapılan denetim sonrasında Sağlık Bakanlığı’nca tam not alarak, Obezite Cerrahisi Uygulama Merkezi olarak belgelendirilmiş ve Türkiye’de güvenle obezite ameliyatı yapılabilecek Sağlık Bakanlığı’nca tescilli sayılı hastanelerden biri olmaya hak kazanmıştır” dedi.

Prof. Dr. Şahin, şunları söyledi:

“Ülkemizde ve dünyada son yıllarda, özellikle sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam ve paketli rafine gıda tüketimi nedeniyle artış gösteren obezite ile mücadelede önemli bir yer tutan cerrahi uygulamaların bakanlık kriterlerini sağlayan sağlık kurumlarına verilmesi sonucunda, multidisipliner yaklaşım ile cerrahi öncesi ve sonrası hastanın düzenli sağlık kontrolleri ve uzman kadro tarafından verilen eğitimlere katılması ile güvenli tedavi kriterlerinin ve hasta memnuniyetinin üst düzeyde karşılanması sağlanmış olacaktır. Bu vesileyle, Darıca Hastanemizin Obezite Cerrahisi Uygulama Merkezi Tescil Belgesi almasında katkısı olan tüm ekibimizi yürekten tebrik ediyorum.”

Büyük Anadolu Sağlık Grubu, Darıca ve Samsun’da yer alan Hastaneleri ile, hasta odaklı sağlık hizmeti anlayışıyla, dahili ve cerrahi branşlarda 29 yıldır hastalarına hizmet vermeye devam ediyor.

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Uzmanından Ramazana özel uyarı: “Ağız bakımı aksatılırsa dişler hızla çürüyebilir”

https://41.com.tr/wp-content/uploads/2025/03/uzmanindan-ramazana-ozel-uyari-agiz-bakimi-aksatilirsa-disler-hizla-curuyebilir-0-1QtKDnZL.mp4
Ramazan ayında ağız ve diş bakımına ekstra dikkat edilmesi gerektiğini belirten Arş. Gör. Ecem Nur Salman, “İftardan ve sahurdan sonra dişlerimizi mutlaka iki dakika fırçalıyoruz. Ramazan boyunca ağız bakımını aksatırsak, dişler hızlı bir şekilde çürüyebilir. Buna dikkat etmemiz gerekir” uyarısında bulundu.

Ramazan ayının gelmesiyle ağız ve diş bakımının doğru şekilde yapılması da önemli. Konu hakkında çeşitli önerilerde bulunan İstanbul Beykent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Ana Bilim Dalı Arş. Gör. Ecem Nur Salman, “Uzun süreli açlıkta ve susuzlukta tükürük üretimimiz azalır. Bu da ağız kokusuna ve çürük oluşumuna yol açabilir. Bu nedenle iftar ve sahurdan sonra bol su tüketerek tükürük salgımızı destekleyebiliriz” açıklaması yaptı.

“Tatlı yedikten sonra ağzımızı suyla çalkalayıp dişlerimizi temizlemeliyiz”

“Diş fırçalamayı aksatmamalısınız” diyen Salman, “Diş ipi kullanmak, ağız gargarası yapmak ve dil temizliği yapmak hem bakteri oluşumunu hem de ağız kokusu oluşumunu önler. Aynı zamanda iftardan sonra fazla şeker tüketmemeye dikkat etmemiz gerekir. Tatlı yedikten sonra mutlaka ağzımızı suyla çalkalayıp dişlerimizi temizlememiz gerekir. Lifli sebzeler ve süt ürünleri, ağız bakımını destekler. Asitli, kafeinli içecekler ise diş minesini aşındırabilir. Bunların kullanımlarını sınırlandırabiliriz” şeklinde konuştu.

“Sigara kullananlar ekstra dikkat etmeli”

Sigara kullanımını her halükarda önermediklerini belirten Salman, “Ramazan ayında sigara kullanıldığında ağız kokusu ve kuruluğu artabilir. Sigara içenlerin buna ekstra dikkat etmesini öneriyorum. Ağız bakımına ekstra özen gösterip dişlerini mutlaka fırçalamalarını, diş ipi ve ağız gargarası kullanmalarını tavsiye ediyorum” dedi.

“Dilde biriken besinler, ağız kokusuna daha fazla sebep olur”

Salman son olarak şunları söyledi:

“Dişlerimizi fırçalarken fazla sert davranmadan, hafif bir şekilde diş etinden dişe doğru süpürme hareketi yapmalıyız. Aynı zamanda dişlerin arkalarını da fırçalamayı unutmuyoruz. Bunun yanı sıra dilde biriken besinler, ağız kokusuna daha fazla sebep olur. Dil temizliği çok önemli. Sağlıklı bir ağız, oruç süresince konforunuzu destekler. Siz de bu öneriler ile Ramazan ayında ağız ve diş sağlığınızı koruyarak geçirebilirsiniz. Herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum.”

Kategoriler
Sağlık Haberleri

Oruçta kötü ağız kokusu ciddi bir hastalık belirtisi olabilir

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, oruç tutan kişilerde oluşan kötü ağız kokusunun ciddi bir hastalık belirtisi olabileceğine dikkat çekerek önemli uyarılarda bulundu.

Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, Ramazan’da ağız kokusunun sadece geçici bir problem olmayabileceğini, aynı zamanda ciddi sistemik hastalıkların belirtisi olabileceğini vurguladı. Özkan, “Oruç sırasında tükürük üretimi azalır, ağız kuruluğu artar ve bu durum ağız içindeki anaerob bakterilerin çoğalmasını tetikler. Ancak kötü ağız kokusunun sebebi her zaman bu basit bakteriyel etkenler olmayabilir. Özellikle nefeste aseton, meyvemsi, amonyak, idrarsı, çürük yumurta kokusu, ekşilik, küflü bir koku fark eden bireyler, diyabet, böbrek yetmezliği, mide veya karaciğer hastalığı gibi ciddi durumlar açısından değerlendirilmelidir. Ramazan’da ortaya çıkan kötü ağız kokusu, vücudunuzun size verdiği bir sinyal olabilir” dedi.

“Tükürük üretimi yavaşlar ve ağız kuruluğu oluşur”

Ramazan ayında uzun süreli açlık ve susuzluğun, tükürük akışını ciddi şekilde azalttığını ifade eden Özkan, “Tükürük, ağız içini temizleyen, bakterileri nötralize eden ve diş minesini koruyan doğal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak oruç sırasında yeterli sıvı alınmadığında tükürük üretimi yavaşlar ve ağız kuruluğu oluşur. Tükürük, dişleri çürüğe karşı koruyan doğal bir kalkandır. Ramazan’da özellikle sahurdan sonra dişler fırçalanmadığında, gece boyunca bakteriler hızla çoğalır ve asit üretir. Bu da diş minesini zayıflatarak diş çürüğü oluşumunu hızlandırır. Açlık sırasında vücut, enerji sağlamak için yağları yakmaya başlar. Bu süreçte keton cisimcikleri üretilir ve nefes yoluyla dışarı atılır. Ancak diyabetik bireylerde kontrolsüz kan şekeri nedeniyle aşırı keton üretimi gerçekleşebilir. Belirtileri; nefeste aseton kokusu, aşırı susuzluk, sık idrara çıkma, halsizlik ve baş dönmesi” diye konuştu.

Nefeste aseton ve balıksı koku

Bilimsel klinik çalışmalarda, oruç tutan bireylerin yaklaşık yüzde 18’inde nefeste aseton kokusuna rastlanıldığını söyleyen Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, “Eğer bir birey nefesinde belirgin bir aseton kokusu fark ediyorsa, kan şekeri seviyelerini düzenli kontrol ettirmeli ve doktoruna danışmalıdır. Böbrekler, kandaki atık maddeleri süzerek vücuttan uzaklaştıran organlardır. Ancak kronik böbrek yetmezliği olan bireylerde, üre ve diğer toksinler kanda birikerek nefeste ’idrar kokusu’ veya ’balıksı’ bir koku oluşturabilir. Açlık sırasında vücuttan sıvı çıkışının da eklenmesiyle, bu kokunun daha belirgin hale gelmesine yol açabilir. Nefeste amonyak veya idrar kokusu, ellerde ve ayaklarda şişlik, sabahları yüzün şişmesi belirtileri arasındadır. Ramazan ayında sıvı alımı kısıtlandığı için, böbrek yetmezliği olan bireyler su kaybına karşı daha hassastır. Bilimsel klinik çalışmalarda, oruç tutan bireylerin yaklaşık yüzde 12 oranında, üremik nefes bulguları saptanmıştır. Nefeste idrar kokusu fark edenler, böbrek fonksiyonlarını değerlendirmek için nefrolog ile görüşmelidir” şeklinde konuştu.

Küflü veya balıksı koku

Karaciğerin toksinleri parçalayarak vücuttan uzaklaştıran temel organlardan biri olduğunu hatırlatan Özkan, “Ancak karaciğer yetmezliği geliştiğinde, metil merkaptan gibi sülfürlü bileşikler kanda birikerek nefeste küflü veya balıksı bir kokuya sebep olabilir. Nefeste küf veya çürük meyve kokusu, gözlerde ve ciltte sararma (sarılık), kilo kaybı ve halsizlik belirtileri arasındadır. Açlık sırasında karaciğer hastalarının, nefeste belirgin bir küf kokusu fark edilirse, bu karaciğer fonksiyonlarının bozulduğuna işaret edebilir. Bu durumda gastroenteroloji uzmanına başvurulmalıdır” dedi.

Uzun süreli açlık ile mide asidinin ağza gelerek reflü semptomlarını artırabildiğine dikkat çeken Özkan, “Bu durum, nefeste ekşi veya çürük yumurta kokusuna yol açar. Ayrıca, mide enfeksiyonuna neden olan Helicobacter pylori bakterisi de ağız kokusunun şiddetlenmesine katkıda bulunabilir. Bilimsel klinik çalışmalarda, oruç tutan bireylerin reflüye bağlı ekşi/kükürtlü koku, yaklaşık yüzde 9 civarında gözlemlenmiştir. Ağızda ekşi veya sülfürlü (çürük yumurta) koku, mide yanması ve ekşime, gece artan mide rahatsızlıkları belirtileri arasındadır” ifadelerini kullandı.

Sahur ve iftarda yeterli su tüketilmesi gerektiğini anlatan Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, “Su tüketimi tükürük üretimini artırarak kötü ağız kokusunu azaltır. Ağız hijyenine dikkat edin. Sahurdan sonra dişlerinizi mutlaka fırçalayın. Ayrıca, dil temizliğini önemseyin. Sahurda aşırı protein tüketiminden kaçının. Fazla protein, ağız kokusuna sebep olan sülfürlü bileşikleri artırabilir. Bitkisel çözümlerden faydalanın. Karanfil, nane ve maydanoz çiğnemek ağız kokusunu hafifletebilir. Kötü ağız kokusu yüzde 80 ağız kaynaklıdır. Diş çürüğü, dişeti hastalığı ve diş enfeksiyonlarına bağlı kötü ağız kokusu varlığında öncelikle diş hekimi veya uzman diş hekimlerine muayene olunmalıdır. Ramazan boyunca nefeste aseton, meyvemsi, amonyak, idrarsı, çürük yumurta kokusu, ekşi, küflü bir koku fark edilirse mutlaka bir dahiliye, endokrinoloji veya nefroloji uzmanına danışılmalıdır. Ağız kokusunun türü ve eşlik eden belirtiler dikkatlice değerlendirilmelidir. Sağlıklı bir Ramazan geçirmek için ağız hijyenine özen gösterilmeli ve şüpheli durumlarda vakit kaybetmeden uzman Hekimlere başvurulmalıdır” şeklinde konuştu.

Kategoriler
Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

“Soğuk havalar, tansiyon hastalarında riski artırabilir”

Soğuk havaların yüksek tansiyonu olan bireyler için endişe kaynağı olabileceğini belirten Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ekmekci, “Ancak gerekli önlemleri alarak ve sağlıklı bir yaşam tarzını sürdürerek soğuk havanın tansiyon üzerindeki etkilerini azaltmak mümkündür. Kendilerini sıcak tutacak önlemler alarak, susuz kalmayarak, aktif kalarak, stresi ve diyeti yöneterek tansiyon hastaları kış aylarında güvende ve sağlıklı kalabilirler” dedi.

VM Medical Park Pendik Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ekmekci, soğuk havanın tansiyon hastaları üzerindeki etkileri hakkında açıklamalarda bulundu.

Yüksek tansiyonu olan kişiler için soğuk havanın endişe kaynağı olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Ekmekci, “Kışın soğuğu, tansiyonun yükselmesine neden olarak kardiyovasküler komplikasyon riskini artırabilir. Vücudumuz soğuk sıcaklıklara maruz kaldığında, kan damarlarımız daralır veya büzülür. Bu daralma periferik (uç) direnci artırarak kalbin kan pompalamasını zorlaştırır. Sonuç olarak, kalp yeterli kan akışını sürdürmek için daha fazla çalışmak zorunda kalır ve bu da tansiyonda artışa neden olur. Ayrıca soğuk stres tepkisi adrenalin ve noradrenalin gibi hormonların salınımını tetikler ve bu durum da tansiyonun artmasına katkıda bulunur. Tüm bunların yanı sıra, soğuk hava vücudumuzun ısı kaybetmesine neden olarak ekstremitelere (kol ve bacaklara) giden kan akışının azalmasına yol açabilir. Kan akışındaki bu azalma, kan damarlarımızın daha da daralmasına ve kan basıncının daha da artmasına neden olabilir. Kırılması zor bir kısır döngüdür” diye konuştu.

“Soğuk havalarda kalp krizi ve felç riski artabilir”

Soğuk havalarda yüksek tansiyonun oluşturabileceği risklere değinen Prof. Dr. Ekmekci, “Yüksek tansiyon, kalp krizi, felç ve böbrek hastalığı dâhil olmak üzere kardiyovasküler hastalıklar için önemli bir risk faktörüdür. Soğuk havada kan basıncı yükseldiğinde, bu komplikasyonların riski artar. Ayrıca bilimsel çalışmalar kış aylarında kalp krizi ve felç sayısının arttığını göstermiştir” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Ekmekci, ayrıca, yüksek tansiyonun aşağıdaki komplikasyonlara da yol açabileceğini belirtti:

“Böbrek hasarı: Yüksek tansiyon böbreklere zarar vererek kronik böbrek hastalığına veya hatta böbrek yetmezliğine yol açabilir.

Görme kaybı: Yüksek tansiyon gözlerdeki kan damarlarına zarar vererek görme kaybına veya hatta körlüğe yol açabilir.

Periferik arter hastalığı: Yüksek tansiyon, bacaklardaki ve kollardaki kan damarlarının daralmasına neden olarak ağrıya, uyuşukluğa ve güçsüzlüğe yol açabilir.”

“Alınabilecek önlemler”

Soğuk havalarda tansiyon hastası olan bireylerin nelere dikkat etmeleri gerektiğinden bahseden Prof. Dr. Ekmekci, “Soğuk havada yüksek tansiyonla ilişkili riskler önemli olsa da, bunları azaltmak için atılabilecek adımlar vardır. Vücut ısısını korumak ve soğuk stresini önleyecek giysiler giyin. Bunlara şapka, atkı, eldiven ve sıcak çoraplar da dâhildir. Özellikle aşırı soğuk havalarda (ayaz havası) uzun süre soğuk havaya maruz kalmaktan kaçının. Herhangi bir değişikliği tespit etmek için tansiyonunuzu düzenli kontrol edin. Bu, evde bir tansiyon cihazı veya bir sağlık hizmeti sağlayıcısının ofisinde yapılabilir. Hipertansiyonu kötüleştirebilecek dehidratasyonu önlemek için bol sıvı için. Günde kabaca 8 bardak su içmeyi hedefleyin. Soğuk stres tepkisini en aza indirmek için evden çıkamadığımız zamanlarda stres azaltıcı aktivitelere katılın” ifadelerini kullandı.

“Soğuk havalarda tansiyon hastaları için beslenme önerileri”

Kış aylarında sağlıklı tansiyonu korumak için dengeli beslenmenin çok önemli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Ekmekci, “Potasyum alımı artırılmalıdır. Muz, yapraklı yeşillikler ve tatlı patates gibi potasyum açısından zengin yiyecekler tansiyonu düşürmeye yardımcı olabilir. Doyurucu çorbalar ve güveçler vücut ısısını korumaya ve temel besinleri sağlamaya yardımcı olabilir. Susuz kalmamak ve sıcak kalmak için çay veya ıhlamur gibi sıcak içecekler içilebilir. Hipertansiyonu artırabileceğinden aşırı tuz tüketiminden kaçının” açıklamasında bulundu.

“Egzersiz ve fiziksel aktivitenin önemi”

Soğuk havalarda bile kardiyovasküler sağlığı korumak için düzenli egzersizin şart olduğunu belirten Prof. Dr. Ekmekci, “Hareketli bir yaşam tarzı ile tansiyon düşürülebilir, dolaşım iyileştirilebilir, kardiyovasküler zindelik artırılabilir ve stresi azaltılabilir. Ancak soğuk havalarda egzersiz yaparken önlem almak da çok önemlidir. Herhangi bir yeni egzersiz programına başlamadan önce, güvenli ve etkili olduğundan emin olmak için bir kalp muayenesinden geçin. Vücut ısısını korumak ve soğuk stresini önleyici giysiler giyin. Egzersiz sırasında yeterli sıvı alın. Aşırı soğuk havalarda egzersiz yapmaktan kaçının” dedi.

“Uzman hekime mutlaka danışılmalı”

Kış aylarının yüksek tansiyonu olan kişiler için zorlayıcı olabileceğini fakat alınabilecek önlemlerle olumsuz etkilerden korunulabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Ekmekci, “Ancak gerekli önlemleri alarak ve sağlıklı bir yaşam tarzını sürdürerek soğuk havanın tansiyon üzerindeki etkilerini azaltmak mümkündür. Tansiyon hastaları kendilerini sıcak tutacak önlemler alarak susuz kalmayarak, aktif olarak, stresi ve diyeti yöneterek kış aylarında güvende ve sağlıklı kalabilirler. Unutmayın, herhangi bir yeni egzersiz veya diyet programına başlamadan önce bir değerlendirmeden geçmek ve kardiyovasküler sağlığı izlemek için düzenli kontroller yapmak önemlidir. Doğru yaklaşımla tüm yıl boyunca sağlıklı ve mutlu kalmak mümkündür” dedi.

Kategoriler
Sağlık Haberleri

Uzman Diş Hekimi Prof. Dr. Özkan, “Ağız solunumu çeneye zarar veriyor”

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, burun solunumunun en sağlıklı ve etkili soluk alma yolu olduğunu, ağız solunumunun ise çok sayıda dişeti, çene, çene eklemi ve genel sağlık problemini beraberinde getirdiğini açıkladı.

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, solunum yollarının doğrudan diş sağlığına etki ettiğini açıkladı. Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, burun solunumunun çocuklarda sağlıklı bir yüz ve çene gelişiminin temelini oluşturduğunu ifade etti.

“Vücudumuzda zincirleme reaksiyonlara yol açıyor”

Yeterli oksijenin alınmaması durumunda insan vücudunda zincirleme reaksiyonlara sebep olduğunu ifade eden Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, “Üst solunum yollarındaki tıkanıklık nedeniyle ortaya çıkan ağız solunumu, sadece geçici bir rahatsızlık olarak görülmemelidir. Ağızdan nefes almak, bademcik ve geniz etinin büyümesi, dişlerde aşınma ve kırılmalara neden olan bruksizm, çene eklemlerinde Temporomandibular Eklem Bozukluklar (TME), alt çenenin öndeliği miyofasyal ağrı, diş kapanış bozuklukları, ağız kuruluğu, kötü ağız kokusu, periodontal hastalık, diş çürüğü ve gömülü diş gelişimine zemin hazırlar. Baş ağrısı, horlama, uyku güçlüğü, boyun, çene veya kulak ağrısı gibi sorunlara yol açar. Uyku sırasında meydana gelen solunum bozuklukları, obezite, DEHB, astım, anksiyete, Alzheimer, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık gibi kronik durumların gelişiminde temel bir faktör olabilir. Ağız solunumu, yalnızca dişlerimizi ve çene yapımızı bozmanın ötesinde genel sağlığımızı da tehdit ediyor. Uyku sırasında vücudun yeterli oksijen alamaması, kronik inflamasyona ve stres hormonlarının artışına neden olarak, vücudumuzda zincirleme reaksiyonlara yol açıyor” dedi.

“Çocukların yüz gelişimini ve çene yapısını olumsuz yönde etkiliyor”

Ağız solunumunun çocuklarda çene gelişimine doğrudan etki ettiğini dile getiren Prof. Dr. Özkan, “Çocuklarda ağız solunumunun yaklaşık yüzde 10-15 oranında bildirildiği bilinir. Ağız solunumu, çocukların yüz gelişimini ve çene yapısını olumsuz yönde etkileyerek, uzun yüz görünümü, düşük gözler, göz altında koyu halkalar, açık dudaklar, dar burun delikleri, zayıf yanak kasları, yüksek damak ve üst çenenin daralması gibi sorunlara yol açar. Bu durum ‘Uzun Yüz Sendromu’ olarak adlandırılır. Ayrıca, kronik sinüs ve kulak enfeksiyonları, dilin anormal duruşu, konuşma bozuklukları ve yutma anormallikleri de gözlemlenir. Çocukluk döneminde doğru hava yolu gelişimini desteklemek, sadece estetik değil, aynı zamanda fonksiyonel bir zorunluluktur. Erken yaşta müdahale ile çene, çene kemik ve yüz gelişimindeki bozuklukları engelleyebilir, ilerleyen yaşlarda ortodontik ve cerrahi müdahalelerin gerekliliğini azaltabiliriz. Ağız solunumu, ağız yapılarının kurumasına ve tükürük üretiminin azalmasına neden olarak, dişlerin korunmasında kritik bir rol oynayan tükürüğün etkisini ortadan kaldırır. Tükürük, asidi nötralize eder, bakterileri temizler ve dişleri korur. Ağız solunumu yüzünden bu doğal bariyerin yokluğu, Diş çürümesi, diş kaybı, periodontal dişeti hastalıkları, diş yüzeylerinin aşınması diş hassasiyeti gibi sorunlara yol açar. Ağız solunumu, dişlerin ve diş etlerinin sağlığını tehdit ederken, kronik ağız kuruluğuna bağlı olarak ortaya çıkan ph düşüklüğü, diş minesinde erozyona ve erken diş kaybına zemin hazırlıyor” ifadelerini kullandı.

Ağız solunumu ve uyku apnesi ilişkisi

Tedavinin klinik sürecini aktaran Prof. Dr. Özkan, “Bademcikler ve geniz etleri, boğazın her iki yanında bulunan lenf dokularıdır ve enfeksiyonlarla mücadelede önemli rol oynarlar. Ancak ağız solunumu, bu dokularda kronik iltihaplanmalara, bademcik ve geniz eti büyümesine, hava yolunun daralmasına neden olur. Bu durum, uyku sırasında ciddi solunum bozukluklarına, horlamaya ve hatta obstrüktif uyku apnesine yol açar. Uyku apnesi, yalnızca uyku kalitesini düşürmekle kalmaz; aynı zamanda kalp hastalıkları, tip II diyabet, Alzheimer, depresyon ve obezite gibi kronik hastalıkların gelişiminde de önemli bir faktördür. Burun hava yolu bozukluğu ve buna bağlı gelişen yapısal sorunların tedavisinde, erken tanı ve multidisipliner yaklaşım büyük önem taşır. Fiziksel muayene ve anket, yüz, burun, bademcikler, dil, dişler ve damak değerlendirilir. Fotoğraflarla kayıt, hastanın yüz simetrisi ve gelişimi incelenir. Uyku çalışmaları, kardiyopulmoner bağlantı cihazları ve laboratuvar testleri ile uyku apnesi değerlendirilir. Yönlendirme, gerekli durumlarda KBB, Çene cerrahisi, Dişeti Hatalıkları Uzmanı, Diş Hekimi, alerji, ortodonti ve miyofonksiyonel terapi uzmanlarına sevk edilir” şeklinde konuştu.

Kategoriler
SAĞLIK Sağlık Haberleri Tüm Sağlık Haberleri

Her 10 Çocuktan Birinde Nöro-Gelişimsel Bozukluk Görülüyor

Her 10 Çocuktan Birinde Nöro-Gelişimsel Bozukluk Görülüyor

Uzmanlara göre her 10 çocuktan birinde nöron-gelişimsel bozukluk yaşadığını ifade ediyor.

Hiperaktivite, dikkat eksikliği, öğrenme ve konuşma bozuklukları, otizm… Çocukların beyin gelişiminde ve sinir sistemi işlevlerinde ortaya çıkan aksaklıklarla ilişkili olan ve nörogelişimsel bozukluk olarak adlandırılan bu tablolar oldukça sık görülüyor. Genetik yatkınlık, epigenetik ve birçok çevresel faktörlerin görülme riskini artırdığı nörogelişimsel bozukluklar genellikle çocukluk çağında başlıyor ve erkek bireylerde daha sık gözlemleniyor. Bu bozukluklar çocukluk çağında belirginleşip, bilişsel, sosyal, duygusal veya motor becerilerde zorluklara yol açabiliyor. Her 10 çocuktan birinde nörogelişimsel bozukluk görülüyorken, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu çocukların % 5-7’inde kendini gösteriyor ve 36 çocuktan 1’inde otizm şeklinde ortaya çıkıyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Bölümü’nden Uz. Dr. İbrahim Zeyrek, nörogelişimsel bozukluklar hakkında en çok merak edilen soruların yanıtlarını paylaştı.

Akranlarla iletişim kurmada zorluklar gözlemlenebiliyor

Ebeveynlerin en çok merak ettiği konuların başında nörogelişimsel bozuklukların belirtileri ve nedenleri gelmektedir. Bir uzmandan profesyonel yardım almadan önce anne ve baba adaylarının gözlem sonucu bir uzmana danışmalı mıyız? Sorusunun cevabını hangi sorularla arayacağı hususu önem taşımaktadır.  Belirtiler bozukluğun türüne göre değişiklik gösterse de genel olarak iletişim ve sosyal etkileşimde zorluk, konuşmada gecikme, dikkat dağınıklığı, hiperaktivite ve dürtüsellik, akademik becerilerde zorlanma, motor becerilerde koordinasyon eksikliği, davranışlarda tekrarlayıcılık veya sınırlı ilgi alanları ile gelişimsel kilometre taşlarını geç tamamlama olarak sayılabilmektedir.

 Birbirinden farklı nörogelişimsel bozukluklar saptanabilir

 En sık görülen nörogelişimsel bozukluklar arasında otizm spektrum bozukluğu (OSB), dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (dehb), öğrenme güçlükleri (disleksi, diskalkuli, disgrafi), zihinsel yetersizlik, dil ve konuşma bozuklukları ile tik bozuklukları yer almktadır. Bu bozuklukların genellikle önemli bir kısmı yaşam boyu devam eder. Ancak semptomların şiddeti zamanla değişebilir. Erken müdahale ve sürekli destekle bireylerin bağımsızlık ve işlevsellik seviyeleri artırılabilir. Pek çok nörogelişimsel bozuklukta genetik faktörlerin önemli bir rolü vardır. Ancak çevresel faktörler, beyin gelişimini etkileyen prenatal (doğum öncesi) ve perinatal (doğum sırasındaki) durumlar da etkili olabilmektedir. Özellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda genetiğin rolü çok büyüktür. DEHB’de genetik faktörlerin rolü %70-80 civarındadır. Otizmde 800 den fazla gen sorumlu bulunmuştur. Ancak çoğu vaka sporadik olarak sonradan oluşmaktadır. Zihinsel yetersizlikte genetik kökenli vakaların %30-35’inde etken saptanabilmektedir. Saptanabilen genetik nedenler arasında en sık görülenler Down Sendromu ve Frajil X Sendromudur. Özgül öğrenme bozukluğunda da klinik örneklemde yüksek düzeyde genetik nedenler tespit edilmiştir.

Erken tanı bireysel bağımsızlık ve işlevsellik sürdürmeyi mümkün kılıyor

 Nörogelişimsel bozukluklarda erken tanı ve müdahale sağlıklı bir gelişim süreci için kritik öneme sahiptir. Çocuğun gelişimini destekleyen bireyselleştirilmiş eğitim ve terapi planları, uzun vadeli sonuçları olumlu yönde etkilemektedir. İlk 5 yaş beyin gelişimi açısından kritik önem arz eder daha fazla olmaktadır. Uygun tedavi ve müdahalelerle bireyin işlevselliği ve yaşam kalitesi önemli ölçüde artırılabilir. Özelikle otizmde erken ve yoğun özel eğitimin önemi çok büyüktür. Özel eğitim, konuşma terapisi, davranış terapisi, ilaç tedavisi (özellikle DEHB, otizmde eş hastalık durumunda ve bazı tik bozuklukları için) ve aile eğitimi destek programları erken müdahale ile çocuğun hayatta tek başına bazı becerileri kazanması ve hayata adapte olması şansını artırmaktadır. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

 

[kanews-related-post title=”Editörün Seçtikleri” ids=”46048″ tag=”div”]
Telefon
WhatsApp
Exit mobile version